31 Ağustos 2010 Salı

Düğün dernek


Byblos'ta rastladığım şahane gelin arabası tos tos! Spiderman sticker'ına dikkat...

Harissa


Bir başka turistik gezide daha beraberiz sayın okur. Stajdan arkadaşım Julia, onun arkadaşı turist rehberi Sarah (daha iyi bir arkadaşını getiremezdi) ve sevgili yol arkadaşım Özlem ile beraber Lübnan'ın hakim tepesinden kullara bakan Meryem Ana'yı görmeye, biraz da yukarılarda serinleriz şiarı ile yola çıktık. Harissa Beyrut'un sırtını dayamış olduğu dağlardan birinin tepesinde bulunan bir kilise, bir basilik ve heybetli bir Meryem Ana heykelinden oluşuyor. Buranın güzelliği teleferikle çıkılmasında ve muhteşem manzarasında. Teleferik yolculuğu biraz korkutucu özellikle yüksekten korkarım derseniz yanaşmayınız zira çok yüksek ve yaklaşık 10 dakika sürüyor yolculuk, teleferiğin sallanması da cabası. Ücret ise 11 LL (önceki postları okumamış hınzırlar için Lübnan Lirası oluyor) yani yaklaşık 11 TL. Teleferik yolculuğu bittikten sonra bir takım restoranların olduğu bir kata çıkıyorsunuz ordan ise bir başka trenimsi vasıta ile en tepeye yani Meryem Ana'ya varıyoruz.Tepe oldukça serin, Beyrut'un sıcak havasından kaçmak için birebir!
Kilisenin ve heykelin olduğu yere giriş ücretsiz. Eğer benim gibi sırt dekolteli bir elbise ile arz-ı endam etmişseniz omuzlanırızı mavi bir şal ile taçlandırıyorlar. Fazla söze ne hacet diyor fotoğraflarla başbaşa bırakıyorum sizi...





Benim dileğim fena halde ters tepti, hep o bağış kutusuna para atmadım diye ters ters bakan kadının yüzünden sanırım...Siz yine de mum dikin belki sizin dilekleriniz gerçekleşir.

Daha da güzel fotoğraflar vardı ancak uçup giden bir flashdisk'ten dolayı ekleyemiyorum, odamı toplayabilirsem paylaşacağım.

Byblos yahut Jbail

Byblos'a ilk bir akşam gitmiştik. Akşam da değil gece sayılır. Burada akşam yemekleri geç yenir, gece çıkmaları 11'den önce olmaz. Boştur her yer nerede bu şehir dersiniz, kadınlar son makyajlarında erkekler onları bekler kapıda. Size hiç barlarda, gece kulüplerinde erkeksiz kadın grupları görmediğimi söylemiş miydim? İlk önce dikkatimi çekmemişti sonra dikkat ettikçe hiç bir yerde 2 kadın, 3 kadın...görmediğimi fark ettim. İlla ki bir er kişi. Bir de burada hesapları erkekler ödermiş. Kadınlar da öyle diyor. Onların ödemeleri gerekirmiş, eğer bir kadın para ödemeye alıştırırsa erkeği, erkek çalışmazmış nasılsa kadın çalışıyor diye. Bunu bana annesi doktor, üniversite mezunu bir arkadaşım söyledi. Babası çalışmıyormuş annesi çalıştığı için. Garip mi ne? Ne zaman burada bir arkadaş grubuyla bir yere gitsek hesap geldiği an kavga başlıyor. Ben cüzdanımı çıkarıyorum, masadaki er kişiler burda Lübnanlı erkekler var sen ne yapıyorsun diyorlar. Vallahi ingilizce bilmediğimden değil anlatamıyorum derdimi.
Neyse biz Byblos'a geçelim. İlk Byblos seferinde oturduk içkilerimizi yudumladık ve etrafı şöyle bir gezdik. Gece hayatı oldukça eğlenceli. Barların masaları, tabureleri sokaklarda; arnavut kaldırımı, rengarenk masalı restoranlar, takıcılar...Yabancı gelmedi değil mi? İşte ben de aynen öyle hissettim.
Byblos Festivali var her yaz; bu sene Archive, Gorillaz vardı hatırladığım kadarıyla. Gidenler çok eğlenmişler tavsiye ederim. Biletler 30-40$ arası değişiyordu. Oldukça kalabalık oluyor festival zamanı, turist sayısı da artıyor. Neymiş Byblos gece gezmeleri için güzelmiş bir de üstüne festivali varmış. Şimdi bir sonraki Byblos gezimize sıcaktan oramızdan buramızdan ter aka aka gezdiğimiz ardından serin olmasa da güzel denizinde rahatladığımız güne geçelim.
Byblos haritasına bakıpta ay şu mesafa uzak gibi -taaaksiii demeyin bildiğiniz avuç içi kadar bir yer. Önce nasıl gidilir tabi ki. Efendim Beyrut'tan Byblos normal şartlar altında yarım saat kuzeyde ancak bildiğiniz otoyolda trafik olabiliyor. Akşam gittiğimizde 1.5 saate varmıştık arabayla, pek ilerlemedik zaten bekledik arabanın içinde festivalden dolayı olabilir. Neyse otobüsler Charles Helou istasyonundan kalkıyor 2000LL yani 2TL. Sıkı bir pazarlıkla taksiyle de gidebilirsiniz. Otobüs otoyolda indiriyor, nasıl şehire ineceğim buradan diye düşünmeyin deniz istikametinde yürürseniz 10 dakikaya şehrin içindesiniz. Byblos'ta görülmesi gerekenler, öncelikle UNESCO'nun tarihi mirasına girmiş Arkeolojik Site. Biz önce bir şehir turundan sonra oraya ulaştık. Her yere yürüyebilirsiniz zaten çok fazla araba görmüyorsunuz güzel yanı da bu Beyrut'tan sonra. Arkeolojik Site'nin girişinin ne kadar olduğunu hatırlayamadım maalesef ama normal bir meblağ idi sizi temin ederim. Hatta ben öğrenci kimliğimi gösterdim. Normalde uluslararası öğrenci kimliği olmazsa kabul edilmez yurtdışında ama Türkiye'den dediğimde ehlen ve sehlen(hoşgeldin) diyerek bana öğrenci bileti takdim etti. Bu yerleşim alanı dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olarak kabul ediliyor. 1860'da Ernest Renan tarafından keşfedilmiş.

Fotoğrafı araklamak durumunda kaldım benim pek sevgili kameram bulanık çekmiş bazılarını ne yazık ki.

Arkeolojik alanın ortasında, deniz manzaralı Osmanlı Evi. Benim Osmanlım nereye ev yapacağını bilir...
Bir de kale bulunuyor aynı alanda. İçinde bir de müzesi var. Cahilliğime verin ama bu arkeolofi müzelerindeki çanak çömlek sergilerini sevemiyor hatta turistlerin bunları saatlerce izlemesine anlam veremiyorum. Evet 3000 yıldır aynı tabak ve çatalları kullanıyoruz aslında bu mudur mesaj? Beni aydınlatacak bir arkeolog olsa çok sevinirim vallahi. Misal İstanbul Arkeoloji Müzelerini bir kere bile gezmemiş bir vatandaşımızın yurtdışında turistliğinden gelen bir itki ile tabak, çanak, testi seyretmesi bana pek samimi gelmiyor.
Byblos'un bir de şirin bir limanı var. Sessiz sakin ve etrafında lokantalar var. Bunlardan en ünlüsü de Chez Pepe. Tuzlu olduğu söylenir. Hürriyet gazetesinin gezi sayfasında, yalnızca kaymak tabaka için bir Beyrut yazısı yayınlanmıştı orada görmüştüm. O sebeple bütçeniz kısıtlı ise ufak yerleri tercih edebilirsiniz.





Küçük bir çarşısı bulunuyor. Balık fosili dükkanları vardı oldukça enteresan şeyler satıyorlar. Bir de çok güzel takılar var. Hediyelik eşyalar da çok güzel, orijinal şeyler bulabilirsiniz.

Bunların hepsini öğleden sonra yapıp bitirdiyseniz geriye kumsalda rahatlayacağınız zamanınız kaldı demektir. Arkeolojik alanı arkanıza alıp batıya doğru 10 dakika yürürseniz sahile çıkıyorsunuz. İlk olarak küçük bir restoranın önünde şezlonglu bir plaj var. Şezlonglar gün boyu kiralanabiliyor sadece 3000LL yani 3TL. Kumun üstünde otururum derseniz bedava. İlerledikçe bir sürü plaj işletmesi var.
Size Edde Sands'a gitmenizi önerirlerse hemen balıklama atlamayın. Bana göre saçmalığın daniskası bir yer. Zira kumsala koca koca çift kişilik yatak atmışlar, üstüne beyaz çarşaf, mor da yastıklar. Otele mi geldik plaja mı? Üstüne de 25$ istiyorlar. Bir de havuzlu bir işletme var. Eğer güzelim ince kum, çarşaf gibi denizi değil de klorlu havuzu tercih ediyorsanız o da 20$ civarında.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Gabriel

Uçmak için onun kanatlarına ihtiyaç duymak...
Sevebilmek için onun kalbini istemek...
Bağlılık?
Bağımlılık?

Bir kaç dakikanızı bu şarkıya ayırın...



Youtube açamayanlara; http://fizy.com/#s/1lvl70

Uçmak için kanatlara ihtiyacı olanlara yahut kendi kanatlarını yaratanlara...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Bourj el-Barajneh



Geçtiğimiz günlerde Milliyet gazetesinde yer alacak bir haber için Beyrut'ta bulunan fotoğrafçı Ercan Arslan ve acar muhabir Ece Emre ile Beyrut'ta bir mülteci kampı ziyareti daha gerçekleştirdim. Aslında bu posttan önce, sırası gelmiş bir takım iç açıcı deniz kum güneş; bilumum turistik yer yazıları vardı ama elim onlara gitmedi niyeyse...
Bourj el-Barajneh, Hizbullah mahallesi olarak da bilinen; Arapçada "banliyö" anlamına gelen Dahiye'nin hemen yakınında bulunuyor. Havalanı yolunda diyebilirim. Daha önce Şatilla görmüş bünyemin duruma hazırlıklı olduğunu düşünürek yola çıkıyoruz.
Bir çok kampta faaliyette olan ve benim de gönüllü olarak çalıştığım Women Programme Association'dan Sahar bizi karşılıyor ve bize eşlik ediyor. (Bu arada biraz daha ciddi konulara Beyrut seyahatim bitince değinmeyi planlıyorum stajda ve bu merkezde ne yaptım gibi.)
Bu kamp da yine Filistinliler için kurulmuş, ancak şu an az da olsa Iraklı mülteci de yaşıyor. Yaklaşık nüfus 40,000 kadar metrekareye düşen isan sayısı da sanırım 4-5 olmalı. Atıyorum tabi de evler gerçekten minicik sanki legolar gibi üst üste binmiş.
Sıvasız boyasız çoğu ve bir kısmında pencere yok. Evet penceresiz minicik evler var. Sokaklardan bahsetmem gerekiyor. Zira sokak bizim nezdimizde dar da olsa araba geçecek boyuttadır. Ya da 4 kişi yan yana yürüyebilsin haydi diyelim. Ama burada uzun koridorlar var evlerin arasında yalnızca. Bir motorsikletin (mobilet ya da) geçebileceği iki kişinin ara ara zorlukla yan yana yürüyebildiği sözde sokaklar...Tabutların sığmadığı, cenaze olunca mecburen damlardan taşındığı bir yer.

Yaşam şartlarının zorluğunu geçiyorum evet çok fazla hayal edemeyeceğimiz kadar kötü durum olsa da bunlar Türkiye'de de olan şeyler, hele iftara yiyecek bulamayınca kendini asan baba haberini gördükten sonra...
Bu kamplarda; Şatilla'da, Nahr el-Bared'de elektrik ve su tesisatının açıkta ve yan yana olması en büyük problemlerden biri. Bu yüzden sürekli insanlar ölüyor özellikle de çocuklar çünkü damlayan sularla bilmeden oynuyorlar, kablolara dokunabiliyorlar. Çocuk işte ne bilsin kablonun kaçak yapabileceğini, suyun da iletken olduğunu?

Yukarıda fotoğraftaki köşede, geçen sene 7 yaşında bir çocuk elektrik çarpması sonucu ölmüş. Biz de orada durduk, yanımızda da bir sürü çocuk vardı. Her gün oradan bir sürü insan geçiyor, oturup soluklanıyor belki. Çocukların da oyun alanı bir nevi çünkü avlu gibi. Tam karşısında da çöp yığınları var. Çöplerin burada günlerce biriktiği oluyormuş.

Bir ev gördüm geçerken ya da bir oda daha doğrusu, kapısı sonuna kadar açıktı. Çünkü penceresi olmayan cinsten bir ev. İçinde yaşlı bir adam, rahmetli dedemin yaşında belki ya da erken çökmüş. Hasta gibiydi, yatıyordu. Duvarları güneş görmediği için yosun tutmuş. Tek başına bir de. Ağustos sıcağında bir yaşlı adam gördüm penceresiz evinde...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Pigeon Rocks!

Beyrut'un cennetten bir köşesindeyiz sayın seyirciler; nam-ı değer Pigeon Rocks yani güvercin kayaları. Beyrut'un batı yakasında Raouché isimli semtte sahilde ikamet etmekteler. Service denilen taksi dolmuşla ulaşabilirsiniz. Pigeon Rocks gün batımı izlemek için ve ne yazık ki sadece herifler ve oğlan çocukları için güzel bir yüzme noktası. Dilerim öfkem cümleme yansımıştır. Kayaların gölgesinde, serin, mavi sularda sıcak havayı bir nebze unutayım derseniz cinsiyetinizi hatırlayınız. Zira kadınlar kenarda "beylerini" ve çocuklarını beklemek ve onlara bilumum servis yapmak için oradalar. Erkeklerse bağır çağır suyun içinde...Adaletin bu mu dünya?


Ben 35 derece sıcakta buraya gitmiş olmam ve aşağıya inince denize girmeye niyetim olmadığı halde kadınların kenarda beklediğini görünce baya bir sinirlendim. Aslında bazen deli gönül diyor giy mayonu atla suya ama erkekler dünyasında ne ile karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz.
Beyrut çok muhafazakar sayılmaz yani İstanbul gibi semtine göre...
Neyse bu kadar yakınmadan sonra Pigeon Rocks'da ne yapılır ona bakalım. Efendim siz kıyıya yanaşınca turist olduğunuzu işaret eden ibareleri görür görmez yanınıza ilişecek teknecilere dikkat ediniz. Kendileri; Pigeon Rocks etrafını ve fotoğraflarda tam görünmeyen, karşısındaki mağarayı kapsayan yaklaşık 15-20 dakikalık tur yapıyorlar. Pazarlık burada hayati önem taşıyor. Çünkü ciddi anlamda tutturabildikleri fiyatı veriyorlar. Bize ilk 25 dolar dediler ardından 15 dolara inen oldu. Bir uyanığımız ise 40 dolar dedi. Siz siz olun pazarlıksız sakın kabul etmeyin.



Bu yazı da denize giremeyip adamlarını bekleyen kadınlara gitsin...

Bundan İyisi Şam'da Kayısı - 5


Şam'ı neden sevdim diye düşünüyordum önceki postlara bakarken. Fazla betimlemişim ama neden sevdim neden sevmedim anlatmamışım.
Her şeyden önce Şam'ın kendi olma halini sevdim. Bir tane bile Mc Donald's göremememini, Starbuck's olmayan köşelerini...Çok da globalleşme düşmanı sayılmam aslında Starbucks'a da sık uğrarım. Ancak kahvede oturup cezvesiyle gelen kahve içmenin tadı cidden başka. Bir yerin her şeye rağmen olduğu gibi kalabilmesi çok hoşuma gitti. Şam'daki beşeri unsurun da buna katkısı var elbet. Herkes fena halde kibar, yardımsever ve güleryüzlü idi. Herkes her an birileriyle muhabbete hazır, şehirdeki yabancılar da buna alışmış. Tabi mekanlardaki dip dibe masaların katkısını da unutmamak gerekir. Hemen patlatılan nerelisin sorusu üstüne her şeyden konuşuyor bulabilirsiniz kendinizi. Bu yüzden Şam bir muhabbet kenti olarak kaldı hatırımda.

Bir de eksileri var tabi. Onlardan bahsetmeden olmaz elbette. Sınırdan başlamalıyım Beşir Esad'ın yandan yandan bakarken çok değil ama azıcık tebessüm ettiği fotoğrafı karşıladı bizi. Sonra otobüs hareket edip Şam'a varana kadar yaklaşık 20-30 dakika sürece ben bilboardlarda, tabelalarda gördüğüm baba-oğul Esadların fotoğraflarını saymaya başladım. Otuzu geçince bıraktım elbette zira bakkal çakkalın duvarında bile asılıydı. Bir de öyle vesikalık pozları değil sadece baya Erol Atar Stüdyolarından çıkma artistlik pozlar. Bu arada çok fazla fotoğrafını çekemedim çünkü gitmeden bize tembihlendiği üzere sokakta isimlerini zikretmek, olumsuz görüşte bulunmak, fotoğraflarla dalga geçmek gibi hareketler hoş karşılanmadığı gibi akibetinizi de belirsiz kılabilirmiş. Sokaklarda çok fazla sivil polis gezdiğini duyduk. Biz bu sebeple zat-ı muhteremden bahsedecek olursak Edward Norton demeye karar vermiştik. Az da olsa benziyorlar hemen yok canım demeyin. İşte bu her yerde iktidarlarını hissetme halini hiç mi hiç sevmedim. Kafanı çevirsen ya babasının ya da kendisinin maviş gözleri...Hediyelik eşya dükkanlarında kendisinin ve eşinin magnetleri. Hayır, kim Şam'dan hatıra olarak Esad magneti alır ki?

Şam için anlatacaklarım sanırım bu kadardı alışveriş postu dışında tabii. Onun biraz beklemesi gerekecek. Ben bu arada tabi ki durmadım ve Lübnan'ın başka köşelerini gezdim haftasonu. Beni izleyin anacım diyorum.

13 Ağustos 2010 Cuma

Bundan İyisi Şam'da Kayısı - 4

Son yazıda arkası yarın demişim ancak kaç gün geçmiş üstünden. Her şey çay iftarla başlayan misafirliğin sahura uzamasıyla başladı. Evet Türk ısrarcılığında ölümü gör seviyesine gelen bir misafirlik geçirdim tabi sonra bir takım gezmeler. Neyse efendim Şam'a dönelim.
Amma da Şam yazdın dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama ne yapayım sevgili okur bitmek bilmedi bir türlü. Ne yediğimizden bahsetmek niyetindeyim ama sürprizlere hazırlıklı olun.
Al Kamal Restaurant (Adres: Sharia 29 kime sorsanız gösterirler)
Oldukça şık bir yerdi. Günlük menüleri var kebaplar dışında tencere yemekleri de bulabilirsiniz. Bakalım biz ne yemişiz.




Sarımsaklı ve soğanlı olduğu söylenen Keşkeş Kebabı (çok belirgin tatları yoktu ancak et çok lezzetliydi), perde pilavını andıran şu an adını unuttuğum içinde bezelye ve et olan pilav, babaganuş (bir patlıcan hastası olarak bayıldığımı belirtmek isterim) ve fotoğraflanamadan mideme inmiş içli köfteler (kibbeh). Hava çok sıcak olduğu için hafif ve az (!) yemeğe çalıştık. Fiyatlar uygundu ancak size Suriye öyle ucuz ki iki kişi 5 liraya bir sürü yemek yiyorsunuz derlerse inanmayın o bir şehir efsanesi. Biz içeceklerle beraber kişi başı yaklaşık 15 lira ödedik.
Şam'da bir sürü taze meyve suyu yapan yer var. Bir de sokaklarda taze karaduttan bir içecek yapıyorlar çok lezzetli görünüyordu ama sıcakta sürekli su içmekten ondan içemedim.

Aşağıdaki fotoğrafta görmüş olduğunuz limonatadan hallice içeceğe ise limon deniyor çok basit gözükse de oldukça zahmetli. Limon ve buz sürekli soğuk tutan bir kaba konup baya bir süre dövülüyor içine nane ekleniyor. Frozen gibi ama değil neyse pek betimleyemedim. Fiyatı da 1 lira idi sanırım. Şam sıcağına bire bir.

Ve Restaurant Al Ezz (Hamidiye Çarşısı'nın bittiği yerden sola dönüyoruz azıcık yürüyünce karşımıza tabelası çıkıyor zaten kime sorsanız gösterir)

Burada ise bu sefer bir kareye girme şansını bulabilmiş içli köfteler ve mouloukhiyye yedik. Porsiyonlar battal boy o yüzden çok açsanız bile bir porsiyon iki kişilik gibi. Kişi başı 9 liraya iki adet meze ve içecekler de dahil.
Yediğin içtiğin sana kalsın gördüklerini anlat derler ya ben bu sözü pek anlamamışım sanırım...
Size Mümtaz'dan bahsetmek istiyorum. Al Kamal restorana giderken taksiye binmiştik. Ama bildiğimiz yahut tahayyül edebildiğimiz taksilerden değildi Mümtaz'ın taksisi. Çalışmayan cinsten, dökük her tarafından bir parçası sallanan. Neyse efendim binmiş bulunduk ama araba hareket etmiyor. Mümtaz da bunun üzerine sanki su içermiş, yemek yermiş rahatlığında etraftan birilerine seslenip arabayı itin diyor ve ittirilen araba çalışıp yola devam ediyor. Saltanatımız bir sonraki trafik ışığına kadar tabii. Bu arada kendisinin bir F1 pilotu kıvamında "I'm good drive" nidaları eşliğinde kaldırımlara çıka çıka araba kullandığını da belirtmem gerek. Yan koltuğunda da annesi oturuyordu. Heralde etraftan birini bulamazsa anne itecek arabayı. Mümtaz Türkiye'den olduğumuzu öğrenince Alemdaaaar Polaaat Memaaaati diye bağırmaya başlıyor. Kurtlar Vadisi Suriye'de ciddi bir fenomene dönüşmüş durumda. Bir kahvede şahit olduğum üzere insanlar çaylarını bile reklam arasında içiyor çıt çıkmıyor dizi boyunca. Sevgili Mümtaz bir trafik ışığında da yine yoldan çevirecek kurban ararken elimizdeki fotoğraf makinasını görüp bizi çek diyor ve anne oğul poz veriyorlar. Buyrunuz;

Kendisi bize sırayla parmaklarını ingilizce saymak suretiyle rakamların ingilizcelerini bularak telefon numarasını da verdi olur da taksiye ihtiyaç duyarsak diye. Şam'a gidip macera arıyorsanız bir mail atmanız yeterli...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bundan İyisi Şam'da Kayısı - 3

Bana göre Şam'ın en güzel yeri olan; daracık sokaklarında kaybolduğumuz, küçük dükkanların vitrinlerine dalıp bir anda karşımıza çıkan anıtlar ve kiliselerle Old City'e geldi sıra. Bu haritayı şimdi buldum buyrun; (Orijinal boyutunu değiştiremediğim için taşmış ama buradan ulaşabilirsiniz) Efendim, bir önceki postta anlattığım Emeviyye Camisi'nden çıkıp camiyi arkamıza aldıktan sonra sola doğru yürüyoruz. Bu arada takı mağazaları es geçilmemeli. İnciler hem ucuz hem de kaliteli imiş. Oldukça orjinal şeyler bulabilirsiniz. Yol boyunc bir sürü hediyelik eşya satan dükkan da var. Biz birer ipek şal edindik yaklaşık 10 tl'ye. Şüphelenmedik değil 10 tl olunca, gerçekten ipek midir diye ama ipek gibiydi vallahi. (Şam'dan neler aldık postu da yapacağım merak etmeyiniz) Haritamızda hıristiyan mahallesinden, kiliselere, eski Şam evlerine kadar bir çok yer işaretlenmişti ancak biz yüreğimizn götürdüğü yerlere doğru yürüdük. Neticede bir sürü güzel sokaktan geçmiş olduk. Ayrıca sokakların başında önerilen tur güzergahı için oklar bulunuyor aklınızda bulunsın.
Kafa kafaya vermiş evler...

Al-Nawfarra'dan bahsetmem gerek bir de...Şam'ın en ünlü kahvesi denebilir. Bütün gezi kitaplarında tavsiye edilen her daim dolu bir yer. Ama alamet-i farikası Şam'ın son hikayecisi yahut hikaye anlatıcısı Abu Shadi. Kendisi akşamları 8-9 sularında kürsüsüne kuruluyor ve Arapça anlasanız da anlamasanız da merakla dinleyeceğiniz hikayeleri nevi şahsına münhasır şekilde anlatıyor. Elinde bir asası var eğer gürültü yaparsanız şiddetle uyarıyor. Bir ara çay istedi onu beklerken de telefonunu çıkarıp gülümseyin diyerek teker teker fotoğraflarımızı çekti. Kendisinde bir adet sırıtan fotoğrafım var yani. Bakıyor mudur acaba? Kısa bir videosunu buldum buyrunuz:
Akşamları sokaklar hep dolu oluyor ve cıvıl cıvıl. Herkes yürüyor, bisikete binen de çoktu. Kadınlar için de herhangi bir olumsuz davranış görmedim. Yalnızca birkaç delikanlının ayıl bayıl gözümüzün içine romantik romantik baktığını gördük. Laf atma gibi askıntılıkla hiç karşılaşmadık. Suç oranının da oldukça düşük olduğunu söylemeliyim yeri gelmişken, yönetimin fena halde sıkı olmasından kaynaklı. Oldcity'de bir sürü restoran ve atıştırmalık yemek yapan bir sürü yer var. Bar da mevcutmuş ama biz gitmedik yürümekten pert olduğumuz için. Şam'ı anlata anlata bitiremedim gördüğünüz üzere...Arkası yarına...

10 Ağustos 2010 Salı

Bundan İyisi Şam'da Kayısı - 2

Sıra Şam'da nereleri gezdiğimize geldi. Malumunuz 2 günümüz olduğu için Lonely Planet'a itimat edip muhakkak görülmesi gereken yerlerden oluşan bir tur planladık. Otelimizin yeri gezilip görülecek yerlere yürüme mesafesinde idi o yüzden tabana kuvvet dedik ve Hamidiye Çarşısı'ndan (Hamidiyye Souk) başladık.Yurt dışına çıkınca illa ki bir yerleri ülkemizdeki bir yere benzetme hastalığı var ya işte o yüzden Hamidiye Çarşısı denince aaa aynı Kapalı Çarşı ayol diyenler silkelenin diyorum. Daha beterini Paris'te duymuştum Seine nehrine bakıp aynı bizim ırmaklar diyen teyze seni hiç unutmadım. Neyse efenim, Hamidiye Çarşısı'nda ağır ağır yürüyünüz. Suriye işi deri çanta ve cüzdanlara bakınız, baştan ikinci dondurmacıda fıstığa bulanmış kocaman dondurmalardan ya da üstü fıstıkla kaplanmış muhallebiden tadınız. Oldukça büyük ve tavanı çok yüksek. Biz usul usul etrafımıza baka baka ilerlerken Türkçe bir afişle karşılaştık buyrun;
Esnafla her konuşmamızda Türkiye'den dediğimizde resmen hepsinin yüzleri gülüyordu. En içten hoşgeldinizleri duyduk. Bu arada Türkçe konuşan sayısı da azımsanamaz. Eğer alışveriş yapacaksanız Kayserili gömleğinizi giyin ve pazarlık yapın gerçekten işe yarıyor. Çarşı dallanıp budaklanarak devam ediyor ancak bizim bir sonraki hedefimiz Umayyad Mosque yani Emevi (Emeviyye) Camii olduğu için devam ediyoruz.
Müslümanlar için oldukça önemli bir yapı olan Emevi Camii içinde Hz. Yahya'nın türbesini bir de Hz. Hüseyin'in başı kesildikten sonra koyulduğu yeri içeriyor. Girişte turistlere nereli oldukları soruluyor, sonradan anladığım üzere müslüman olup olmadığını anlamak için. Camiye keşiş kıyafetini andıran kapşonlu bir kıyafetle giriyorsunuz tabi kadınsanız yahut şort giymiş erkekseniz. Bunun için her hangi bir ücret almıyorlar. Fotoğraf çekmek serbest hatta camide uyumak, piknik yapmak, çocukları oynatmak gibi bilumum park aktivitesi serbest. Bize biraz garip gelmişti avluda uyuyuyan, yemek yiyen insanları, koşuşturan çocukları görmek ama sanki daha bir canlıydı. Ayakkabılarınızla da giremiyorsunuz avluya ama kimse girmediği için tertemiz. Bu arada değinmem gereken bir konu ezan: sanırım hayatımda dinlediğim en güzel ezandı. Bir çok müezzin bir anda okuyor sanki bir koro. Bizim memleketteki gibi öyle aşırı uzatmalar ses çatlamaları ve nağmeler yok. Gayet sade ve güzel.
Bu fotoğrafı çekerken o kadını fark etmemiştim ama iyi ki girmiş kareye sonradan çok beğendim. İzinsiz kullananın tepesinde biterim ona göre!


Paylaşmak istediğim çok fotoğraf olduğu için parça parça yazacağım Old City ve Şam'da neler yendi: arkası yarına!