9 Ekim 2012 Salı

Issizlik (masaustumde is basvurularinin oldugu klasorun adi)



Normal sartlar altinda su an Saint Joseph Universite'sinde yuksek lisans tezimi yaziyor olmam gerekiyordu. Anormal sartlar altina girdigimden dolayi Milli Kutuphane'de oturmus ic sikintimi satirlara dokuyorum.
-Olmayan turkce karakterlerim icin ozur dilerim.-
Anormal sartlarimiz benim okulu bir yil dondurmus olmam. Bir suru sebebi var. Neyse konumuz bu degil. Konumuz benim su an ki durumum. O kadar stabil bir durumdayim ki gectigimiz sene 20000 kmyi hava, kara, demir yoluyla yapmis birinin su an 7 yildir yasamadigi bir sehre donmus olmasi ve hic bavul toplamiyor olusu bunyede cesitli rahatsizlanmalara, kasintilara, kizarikliklara sebep oluyor.

Yeni mezun bir insan ne yapar diye dusunelim. Ogrenci kimliginin elinden alinmis olmasi -ki ben seneye devam edecek olsam da- sadece otobuse bindiginde bir miktar daha fazla odemek degil elbette. Etraf var ya o insan kumesi, yaslisi genci akrabasi arkadasi iste onlar bu konumdayken tam da baskalari oluyor. Sartre'i rahmetle anip bu kumenin cehennemin cercevesini ve icini tam anlamiyla doldurdugunu soylemek abarti olmaz.
Nasilsin demeden -eee simdi ne yapacaksin? diyen akrabayi islak odunla dovmek istiyorum mesela.
-Falancanin kizi suraya girmis bak cok iyi sirket maasi da cok iyi, sen neden basvurmuyorsun? Cunku zaten basvurmus olmam gerekiyor oraya, hala basvurmamis olmam istisnai, kurali onlar belirliyor ama konu benim hayatim.
-X sirketine basvurdun mu? -Hayir ben siyaset bilimi okudum ilgilenmiyorum. -Ama bak bilmemkim de felsefe okumus orada calisiyor. -Bana ne? (Bu diyaloglarin hepsi gercek)

Etrafta devamli 3000tl ile ise baslayan yuppy (young urban profesional) adayi var ve temcit pilavi gibi onume suruluyor. Onu bir bulsam bogabilirim elbette. "Siddete meyyalim vallahi dertten." Ha bir de zaten amacim cok para kazanmak degil dedigimde bir kac kablolarinin yanip suratima anlamsizca bakmalari var.

Evet, sadede geliyorum: bir issizin (cengelli s ile okunacak) dev ic sikintisina parmak basmak istiyorum. Yaklasik 1 aydir is ariyorum. Serdeki aktivizm, eski isler hep sivil toplum olmus bunlar sabit. Yani ne istedigim belli, patron karina kar katmak istemiyorum. Bir firmanin biskuvi satislarini artirmakla gorevli olmak ruhuma iskence olacak elbette. Ya da bir maden sirketinin altin arama projesine uluslararasi ortak baglamak bende kisilik bolunmesi yaratacagi cok acik. Ki bunlar kolay ulasilabilir oldugu icin de degil. Sadece bastan eledigim icin. Bu isleri yapanlari da kucumsemiyorum yalnizca ben 'orada' durmuyorum. Peki geriye ne kaliyor? KPSS var mesela. Annelerimizin favori sinavi. Memuriyet garantiye alinmanin oteki adi. Alna yazilan 657 hayat standartlarini devam ettirmek adina yapilabilecek en saglam hareket. Bence boyle mi? Hayat standartlarim umurumda degil aslinda bir suredir. O ayakkabiyi almak istemiyorum. Sadece kirami odeyebilecegim asgari ihtiyaclarimi karsilayabilecegim bir yer tahayyul ediyorum. 5 kurussuz seyahate cikmak da bayadir planladigim bir sey zaten.

Neyse sivil toplum kuruluslari var, uluslararasi organizasyonlar var onlarin ulusustu olanlari var falan filan...Olmayan sey su: is yok. Kolelik aradigimda cok fazla bulabiliyorum.
Kolelik=Ucretsiz staj oluyor bu arada. Ucretsiz staj meselesine parantez acmak istiyorum. Artik staj bulmak icin para alan turlu organizasyonlar var. Bilumum yer de stajerligin bir tur egitim olduguna ve karsiliginda para odemeleri gerektigine inandirmakta. Ogrenciyken hic calismamisimcasina yaptigim staj, gonulluluk simdi is basvurularinda "Stajlar is tecrubesi olarak yazilamaz." klasmaninda. Ben o stajlarin hicbirinde fotokopi cekmedim haberiniz var mi efendiler? Zalim piyasa diyor ki bak burada bir is var hem de asistanlik duzeyinde ama sizden en az 3 yil deneyim bekliyoruz. Oh shit! Ama hepiniz deneyim istiyorsunuz ve var olan hicbir deneyimimizi yeterince kaale almiyorsunuz. Creme de la creme universiteden mezunum dil filan da biliyorum fakat kendimi hicbir yere sigdiramiyorum. Is ararken gozluk de takiyorum, hani ben mi goremiyorum acaba diyorum bazen.
Derdim de cok acik potansiyelimi degerlendirmek istiyorum sadece duzgun yapabildigim ve hakkini verebilecegim bir yerde, projede...Arastirma yaptir, proje gelistirt, canimi ye. Ama bana biskuvi satisi, maden arama deme. (Boyle bir teklifi geri cevirdigim icin ornek veriyorum)
Sosyal bilimler mezununun cilesi bu biraz da sanirim. Ben buyum diyememek, kendine bir titre bulamamak.
Meramim budur. Biraz da issizin mekani uzerine yazasim var, o da baska bir sayfa olsun.

Not: Yaziyi okuyup sana is mi yok eueaea diyenler icin odun islatiyorum savulun.


kaynak: http://25.media.tumblr.com/tumblr_m8eecgZyKm1rti0t3o1_500.jpg

18 Haziran 2012 Pazartesi

Kütüphane mühimdir




Ikamet ettigim kütüphane (Biblioteca de Catalunya -Barselona) yukaridaki gibi bir yer. Zevkten dört köşe calişabiliyorum burada niyeyse. Katalunya günlerine veda etmeye hazirlanirken her yer daha bir güzel geliyor gözüme giderayak. Kapsamli bir elveda yazisi da yazacagim elbet. (Her ne kadar bekleyen Portekiz, Endülüs ve bilumum Katalunya yazisi olsa da ha bir de dönem sonu ödevim -ondan başlasam isabet olacak)

Bizi izlemede kalin yahut bu arada bana Istanbul'da hangi kütüphanelere gittiginizden bahsedebilirsiniz, zira bir sonraki durak Istanbul...

30 Nisan 2012 Pazartesi

Lübnan'da Göçmen Ev Işçileri- 2

(Uyari: konuya yabanci kalmamak için bir önceki postu okumaniz siddetle tavsiye edilir.)

Yeterince üzülduk ama üzülmeyelim, isterseniz öfkelenebilirsiniz. Ne demis Ulrike Meinhof: "Uzgün olmaktansa öfkeli olmayi yeglerim."

Anti Racism Movement bir cok farkli ülkeden ulasabildigi aktivistlere 28 Nisan günü bir eylem yapmayi önerdi. Bulundugunuz ülkenin Lübnan Konsolosluguna gidin ve sesimizi duyurun! Ben de derhal atladim ve bu isi Barselona'da organize ederim dedim. Eylem cok basit: toplanin gidin, biriniz yerde kanli beyaz çarsafla her hafta intihar eden bir göçmen kadin isçiyi temsil ederek yatsin, digeri de bu kadinlarin Lübnan'da maruz kaldiklari korkunç kosullari ve sponsorluk sistemini iceren bir pankart acsin!
Sulandirilmis ketçap, beyaz çarsaf ve el emegi göz nuru pankartlarimiz ve el brosurlerimizi alip yola ciktik. Dört bir yandan duyurmama ragmen katilim göz kamastirici idi. Igne atsan insan yoktu adeta!
Buyrun bunlar da fotograflar:
Siz siz olun sahte kan yapmak için benim gibi ketçap kullanmayin, hele light ketçap hiç kullanmayin!

Yae simdi ne ise yaradi bu? Diyenler olabilir, oluyor engelleyemiyoruz. Efendim dagittigimiz el ilanlarini sagolsun katalan vatandaslarimiz ilgiyle okudu hatta bize sorular dahi sordular. Bir cok insanin ilgisini cekmeyi basardik ve dunyada boyle korkunc durumlar yasandigina dair insanlara malumat vermis bulunduk. Onlar bunun bilgisine nail olurlar mi, uykulari mi kaçar, bana ne yea mi derler bu kendi bilecekleri is. Ben cok isterim butun sistemi bir anda yerle bir edip yenisini ve daha iyisini kurmak ama bir yandan da butun sistemi ufak ufak degistirmeyi de olanakli buluyorum. (Ay bu kadar baska dunya mümkün romantizmi yeter!)

Anti Racism Movement, bütün fotograflari toplayarak yayinliyor ve bilhassa bunlari goçmen kadinlarin da gormesini sagliyor. (Bloglarindan ve Facebook sayfalarindan takip edebilirsiniz)

Birileri anlatmali, birileri haberdar olmali, insanlar sokaga cikmali, eylem yapmali, bagirmali cagirmali, birileri de artik ne gerekiyorsa yapmali!

Yani ben butun iyimserligimle degistirebilecegimize/donusturebilecegimize inaniyorum oyle ya da boyle.

Burdan su an sol tarafimda oturan Meriç Ç.'ye, fotografcimiz ve gönül dostumuz Iara'ya, beni yurtdislarina okumaya yollayan anne ve babama, Istanbul'dan bana simit getiren kardesim Ece'ye, beyaz çarsafini kullanilmaz hale getirdigim ev sahibime tesekkürü bir borç bilirim.

Tutarsiz Türkçe karakterlerim için de siz okuyucularin affina siginiyorum.

29 Nisan 2012 Pazar

Lübnan'da Göçmen Ev Işçileri-1

Tembel blogcu Ezgi iftaharla sunar: yeni post!

Kiymeti kendinden menkul okuyucular, yeni yazimda sizlere dün Barselona'da gerçeklestirdigimiz eylemden bahsetmek istiyorum. Velhasil maksadim neden eylem yaptigimizi bu vesile ile de derdimizi mumkun mertebe yaymak.

Beyrut'tayken staj yaptigim sirada ev içi siddet konusu üzerine bir arastirma yapmam istenmisti. Ben arastirmayi yaparken bu konudan en cok muzdarip olan bir kesimin de göçmen ev isçileri oldugunu fark ettim. Tabi ki kadinlar, ne sandiniz?


Sorunlari siralamaya baslamadan önce benim bu konuyla olan alakami aciklayayim. Anna Lindh Vakfi'nin sivil toplum projeleri için verdigi fondan haberdar olduktan sonra, master sinifimdan bir kac arkadas hangi konuda ne yapabiliriz diye beyin firtinasi yaparken dunyanin bu kanayan yarasina 'ulan yarayi kapatamazsak da belki aciyi azaltiriz' diyerek fikirlerimizi ortaya koyduk. Baska bir dünya mümkün de dedik, yani inaniyoruz. Neticede 1 senelik bir kampanya planladik ve fona basvurduk. Okulumuzun UNESCO Kulturlerarasi Diyalog birimi de destek verdi. Tam bir yürü ya kulum durumu yani. Bir sozlu tarih belgeseli ve bir dizi bilinç yukseltme kampanyasi olarak kisaca anlatabilecegim kocaman bir proje cikti ortaya. Lubnan'da da bu konu uzerine çok guzel isler yapan 2 adet sivil toplum kurulusu ile beraber calismak icin anlastik. (Anlastik deyince sanki transfer sozlesmesi imzalamis gibi oldu ama vallahi biznis tipi sivil toplumculuk oynamayacagiz!)

Simdi hep beraber düsünelim: hem kadin, hem göçmen (çogunlugu Sri Lanka, Etiyopya, Filipinler ve Nepal'den geliyorlar, yani "3. Dunyali") hem de ev isçisi yani hizmetçi... Ötekinin ötekisi olmak derken bunu kastediyoruz saniyorum. Köle, parya, sinifalti...nasil tabir ederseniz edin.

Buyrun üzücü gerçekler:

-Lübnan'da yaklasik 200.000 kadar gocmen ev isçisi bulunuyor.
-Ülkeye gelisleri ajanslar tarafindan organize ediliyor. Tamamen özel sektör, hiçbir denetim yok.
-Ajanslar sponsorluk sistemi ile isliyor. Sponsorluk sistemi is verenin isçiden %100 sorumlu oldugu bir sistem. Sponsorluk, yasal olarak sözleşme süresince ikamet ve çalışma izinleri için işverene tam yetki veriyor. Kisacasi is verenin dedigi dedik caldigi da düdük.
-Mevcut is kanununda göcmen iscilerin yeri yok.

Peki sorun nedir?

-Is verenler (is verenler dedigim de iste zengin aileler, kalpsizler!) bu kadinlarin pasaportlarina el koyuyor. Aciklamalari basit: Ya kaçarlarsa? Neden kaçmalarindan korkuyorlar? Cevap daha basit: Maruz kaldiklari kötü muamele!
-Kötü muameleyi tahayyül ederken hayal gücünüzü özgür birakmanizi tavsiye ediyorum. Nedir bu kötü muamele?

Fiziksel siddet (kabaca dayak)
Cinsel siddet (taciz, tecavüz)
Ekonomik siddet (ücretin ödenmemesi ve devamli bununla tehdit)
Asiriya kaçan calisma saatleri (bazi kadinlar 20 saate yakin calistirildiklarini uyumalarina dahi zar zor izin verildigini anlatiyor)
Özgürlügün kisitlanmasi (eve kilitleme gibi)
Zulüm (bunu nasil kategorize edecegimi bilemedim: yemek vermemek! evet kadinlar gunlerce sadece ekmek ve su ile beslenmeye zorlandiklarini anlatiyorlar)*
Asagilama, irkçilik, ayrimcilik...Yani kisaca ne ararsaniz var.

Tabi bunun sonucu da yuksek intihar oranlari! Istatiksel verilere göre haftada bir gocmen ev isçisi intihara teşebbüs ediyor. Yüksek katlardan atlama en çok rastlanan metot zira odalara kilitlenen çaresiz kadinlar, çareyi pencereden kaçmaya çalismakta ariyorlar.

Bunun bir de sokak tarafi var tabi. Sokakta üniformayla gezmeye zorlanma, maruz kaldilari agir irkçilik, mesela bazi havuzlara girmeleri dahi yasak...
Buyrun sokakta neler oluyor Guardian'in videolu haberine bakalim: http://www.guardian.co.uk/world/video/2012/mar/15/ethiopian-maid-publicly-abused-suicide-lebanon-video?fb=native&CMP=FBCNETTXT9038

Bu arada bu sorunun sadece Lübnan'da degil dünyanin bir çok kösesinde özellikle de Körfez'deki Arap ülkelerinde de var oldugunu belirtmem gerek. (Degisen göç trendlerine de uygun olarak)

Yazimizin ikinci bölümünde en basta bahsettigim eylemimizi anlatacagim. (Çok uzadi sonra halkimiz cok uzun diyor okumuyor!)


*Kaynak: www.kafa.org.lb raporlari


21 Şubat 2012 Salı

Asıl Beyrut 101: Beyrut nerede?

Başlığa bakıp bu ne saçma soru yahu dediğinizi duyar gibi oluyorum. Velhasıl bugün blogun istatistiklerine bakarken korkunç gerçekle karşılaştım. Arama motorlarından aşağıda gördüğünüz üzere en çok "Beyrut nerede?" aranarak Ezgiss'e giriş yapılmış. Hatırı sayılır bir sayı üstelik. Efendim, dilbilgisi yeteneği nerde değil nerede düzeyinde olan kıymetli okurları aydınlatmak için ben de hemen harekete geçtim.

Beyrut Lübnan'dadır. Lübnan, kuzey ve doğusunda Suriye, güneyden ise Israil ile komşu oluyor. Bakınız bu da koordinatları: 33°53′13″ Kuzey 35°30′47″ Doğu. Doğunuzda mı batınızda mı o nerede olduğunuzla alakadar. Ancak Batı merkez alınarak yapılan sınıflandırmada "Yakın Doğu" (near east, proche orient, oriente proximo) bölgesinde oluyor. Bölgenin şarktan türetilmiş bir ismi de "Maşrık" (Şark yön, maşrık ise yer belirtiyor, Akdeniz ve Iran arasında kalan bölge denebilir). Bir de daha ziyade anglo-amerikan yazında (literatür demedim güzel türkçemiz amin) Levant olarak kullanılıyor Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün ve Israil'i kapsayarak.


Derste canı sıkılan gençlerimize erken yaştan itibaren okul kitaplarının arkasındaki dünya haritasına bakmalarını, arkadaşlarıyla başkent bulmaca gibi oyunlar oynamalarını naçizane salık veriyorum.

19 Şubat 2012 Pazar

Dünya kocaman, pazar çok kötü

"Altı yaşındaydım. Dünyanın sonsuz büyüklüğünü hissettim ve gitmem, çok uzaklara gitmem gerektiğine inandım…”

Tezer Özlü

(Tam da bunu düşünürken rastladım Özlü'nün alıntısına.)

Kalabalık ve görkemli pazar kahvaltılarını es geçtiğim bu kötü pazar gününde Kings of Convenience Homesick eşlik ediyor depresyonitama. (küçültme eki oluyor ispanyolcada -ita) Pazarı sevmeme sebebim de bu sanırım. Uzaklaştıkça artan içimdeki boşluğu pazarları hissediyorum. Hissetmeye vakit buluyorum, nasılsa yapacak bir şey yok. Boşluk büyüdükçe daha uzağa gitmek istiyorum. Ben de mi öyleydim 6 yaşında acaba yoksa Tezer Özlü ve Pavese'yi hayatıma sokarak büyük bir yanlış mı yaptım?

Dün ölüm yıldönümüymüş. Başarısız intiharını öğrendiğimde kurtulduğuna sevinemediğim biri o. Ölmek istemesini anlayabildim hep. Aradığı huzura kavuştuğunu düşünüyorum. Onu anmak için geçici süreyle kapalıyız, yüzümüzde buruk bir ifade var; gülsek de zorlama...

30 Ocak 2012 Pazartesi

Aşkın Dansı/Dansa de l'Amor (Valls, Katalunya)



29 Ocak'taki "Büyük Valls Yeşil Soğan Şenlikleri" kapsamında gerçekleşen, katalan folklor ekibi Aşkın Dansı performansını sizlere sunmaktan şeref duyarım.

Yeşil soğan festivalini (Festa de la Calçotada dediğimde daha bir cool oluyor ama değil mi?) sizler için yerinde izledim, yedim ve içtim. Ayrıntılar en yakın zamanda! Şimdilik müziğe kulak verelim, dansı izleyelim.

29 Ocak 2012 Pazar

East Side Gallery: Berlin'in rahmetli duvarının izinde

East Side Gallery'den Berlin Duvarı manzaralarıyla karşınızdayım sayın okur.
Ilk sorumuz: nasıl gidilir? Haritayı işte tam buraya iliştirdim size metroya (daha doğrusu U-Bahn'a) atlamak ve U1 hattının Schlesisches Tor durağında inip harikulade Varşova köprüsünü yürüyerek geçmek kalıyor. Kanalın üstünde hanım kızlarımıza bol bol profil fotoğrafı malzemesi çıkar bu da benden size kıyak. Köprüyü arkamıza aldıktan sonra sola doğru yöneliyor ve rahmetli Berlin Duvarı'nın yaklaşık 1.3 km'lik sapasağlam ayakta kalmış kısmının yanından kıyım kıyım yürüyoruz. Taş görmeyi gitmediniz merak etmeyin. Zira kendisi dünyanın en büyük açık hava galerisi yanlış olmasın.
Yaklaşık 106 adet duvar resmi bulunuyor. Ana tema ise özgürlük, yani bir nevi upuzun bir özgürlük anıtı. Resimlerde hep bir mesaj kaygısı, özgürlüğe övgü olsun dünya barışı, yaşasın halkların kardeşliği, kahrolsun ayrımcılık, elele tutuşalım dünya barışı filan hakim. (Gayriciddiyette sınır tanımam) Aşağıdaki şirazesi kaymış fotoğrafları ben çektim. Yeni bir kamera alıncaya kadar kendimi fotoğraf çekmekten alıkoymayı düşünüyorum. Neyse buyrun biraz sosyal mesaj:











UYARI: Bu resmin önünde fotoğraf çektirmek bir turist ödevidir. Sakın ha çektirmeden dönmeyin valla Brejnev öper! Aman dikkat!




Daha fazla bilgi için de: çerez malumatların tapınağı wiki




27 Ocak 2012 Cuma

Bir Kere Okuduktan Sonra Ona Kayıtsız Kalamazsın

"Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin ''medeni durum'' dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böyle saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. Belki de hep istediğim gibi çalışmadan. Istediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki... Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki.. Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. Istediğimi çalışmama izin verdiğiniz için. Içgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.'' (Tezer Özlü-Yaşamın Ucuna Yolculuk)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Berlin'i Sırf Bu Yüzden Bile Seviyor Olabilirim

İbretlik Bir "Gender" Hikayesi


'Küçük kızın gözü ne doktorlukta, ne de öğretmenlikte' Yazdım yazdım sildim ama Dilek zaten her şeyi apaçık anlatıyor. Ne bitmez tükenmez toplumsal cinsiyet çilemiz varmış! Bu haberi tozlu raflardan çıkaran sevgili arkadaşım Yoel'e teşekkürü bir borç bilirim.

Değerlerimizi Sevelim Onları Koruyalım

Bir araştırma yayınlanmış. "2011 Türkiye Değerler Araştırması" Evlere şenlik. Türkiye'nin güzide vatandaşlarına sormuşlar çok da dürüst yanıtlar almışlar ki sonuç aşağıdaki gibi çıkmış. Yani herkes boş zamanlarında belgesel izler, kitap okur, sinema ve tiyatroyla ilgilidir ya anketlerde işte bu hiç öyle olmamış.

"Bazı grupların komşu olarak istenmeme oranlarını şöyle:
Eşcinseller %84
AIDS’liler %74
Nikâhsız yaşayan çiftler %68
Tanrıya inanmayanlar %64
Şeriat yanlıları %54
Hristiyanlar %48
Başka bir dinden insanlar %39
Göçmenler, yabancı işçiler %39
Kızları şortla dolaşanlar %26
Oruç tutmayanlar %20
Sevmediği partiye oy verenler %17
Şimdi ben istenmediğimi anladım. Ben yazın şort giyerim hem de kısa şort giyerim. Oruç da pek tutmam. Arada tanrının (T büyük müydü acaba?) varlığını sorguladığım da olur. Bir gün şort giyen kadınlarla komşuluk istemeyenlerde oturup konuşmak isterim şahsen. Birbirimize pek temas etmediğimiz (erotik oldu) için herkesi bizi zehirlemeye gelmiş uzaylı zannediyoruz herhalde. Uzaylılara yaptığımız ayrımcılığa da değinmek isterim tabi bir vakit. Her "yabancı" kötü müdür ey "yerli"? O tırnaklar oraya boşuna konmadı titreyelim kendimize gelelim. (O değil de bu yazıyı okuyan endişeli ebeveyn telefonunu bekliyorum: -kızım nasıl yazı o alenen oruç tutmuyorum filan demişşin? Seni hiç bir devlet kurumuna almazlar bak! -e iyi işte?!! )

Bazi Kitapların Üzerinde Dikkat Hayatınızı Değiştirebilir İbaresi Bulunmalı

Patti Smith'in Türkçe'ye "Çoluk Çocuk" olarak çevrilen kitabını yaklaşık bir sene evvel okuma fırsatı bulmuştum. Geçen gün karşıma Patti'nin kendi sesinden sesli kitap hali çıkınca (Berlin'de bir kitapçıda rastladım amazon'dan bulabilirsiniz) yeniden düştü aklıma, okur okumaz not defterime karaladıklarımı buldum. Bu vesileyle paslanmış parmaklarımı da harekete geçirmek için yazıyorum. Patti bizi 60'ların sonuna New York'a götürüyor. Nasıl oraya vardığımız çok önemli. Aslında beni etkileyen de o. Gerçek bir yolcu olması, dönüş biletsiz yollara düşebilmesi. Robert'la tanışıyoruz bu belki bir aşk hikayesi ama daha ziyade bir fikir, sanat, dostluk, yol arkadaşlığı... Patti nasıl Patti Smith olmuş, kahve içecek dahi parası yokken sokaklar da dahi yatarak (bizim evrenimizde pek de anlayamayacağımız cesaretle), paraları yetmediği için sırayla sergi gezerek ama hiç durmadan bir yandan çalışarak "o" olmuş. Kitabı daha fazla anlatmak istemiyorum. Buyrun okuyun. Benim derdim içine saplanmış olduğum konformizmi suratıma sayfa sayfa çarpmış olması. Ben sıcak, boğaz manzaralı salonumda oturup onun hayatının içine düştüm. Tek hissettiğim yaşadığım hayata yabancılaştığım oldu. Benim içimde hep giden-gitmek isteyen-kalamayan bir kadın var. Ama bunu ne şartlarda gerçekleştiriyorum: en sterili! Yani evet bazılarınız için bir süre Beyrut'ta yaşamış olmam hadi canım sende dedirtebilir ancak eğer siz bununla yetinemiyorsanız benim gibi, üzerinde oturduğunuz rahat koltuk batmaya başlıyor. Rahatsız ruhların da kaçması sığınması elindekilerden vazgeçmesi gerekir. Yaşadığın ilişkinin bile konforuna sığındığını anladığında yapılacak tek şey var: değiştirebildiğin kadarını değiştirmek. Çok zor, rahat koltuklardan kalkmak, sıcak kollardan ayrılmak ve sadece gidiş bileti almak! Patti bana güç verdi, yapabileceğimi gösterdi. (yeah you can do it olmuş biraz:)) Elimdeki fırsatarı değerlendirdim, önce yalnız kaldım, kendimi dinledim, sonra da atladım ve Katalunya'ya geldim. Eylülden beri Tarragona adlı şirin mi şirin Katalan şehrinde master yapıyorum. Bu yazı biraz da Katalunya yazılarına girizgah niteliğindedir. Yerim değişti, kafa da değişiyor...Daha çok yazı daha çok fotoğraf, dünyanın başka bir köşesinden sesleniyorum: küçük de olsa neyi değiştirebiliyorsanız onu değiştirin.