15 Nisan 2013 Pazartesi

Çiçekkız




Belinde çiçekten kırmızı kurdele gelin olmuş gidiyor çıçekkız. Kızoğlankız çiçek kız.

Eşit temsil bir hayal mi?*

Eşit temsil üzerine bir yazı yazmak aklıma geldiğinde, başlık düşünmeye başladım. Aklıma gelen başlıklarda “nedense” hep kökü hayal olan kelimeler vardı: Tahayyül, hülya, hayal… Sebebini uzaklarda aramaya pek lüzum yok, meclisteki güncel kadın oranına bakmak hayalperestliği açıklayacaktır. Gerçi içimize umut kırıntıları da düşüyor zaman zaman. İşte KA.DER’in düzenlediği 19 Ocak’taki Anayasa ve Eşit Temsil Semineri tam da eşit temsil için önümüze büyükçe bir sayfa açtı. Kota mı parite mi? Dünyada neler oluyor? Hangimizin durumu daha vahim? Bütün gün bunlar konuşuldu.
Eşit temsili tartışırken çok sıklıkla karşılaştığım bir argüman oluyor: Ama bu ülkede kadın başbakan bile seçildi. (Cümlenin yapısını değiştirip eklerle oynayabilirsiniz ancak üç aşağı beş yukarı aynıdır) Ses tonunuzu ciddi moda ayarlayıp, sinirleri sağlamlaştırıp, tüm bedeninizle muhatabınıza dönerek “Dikkat çekmeye çalıştığınız nokta geri kalanın hepsinin erkek olduğudur, sanıyorum” demek benim favori seçeneğim.
Peki eşit temsil nasıl mümkün olur?
Kota ve parite yasaları eşit temsil için atılan başlıca adımlar olarak karşımıza çıkıyor. Cinsiyet kotası, kadınların seçimle gelinecek makamlarda belli bir oranda yer almaları şartını koşuyor. Bu oran yüzde 50’den az olduğu için kotadan bahsediyoruz. Meclis, kabine, komiteler, adaylık listeleri… vb. birçok alanda uygulanabilir. Parite ise yüzde 50 temsili yani eşit temsili şart koşar. Yalnız, uygulamada yalnızca adaylık için de yüzde 50 şartının konduğu görülmüştür.[1] Elbette bu konuda tartışma hala sürüyor. Kota/parite karşıtlarının başlıca argümanlarına bakalım.
- Kotalar fırsat eşitliğine aykırıdır, kadınlara ayrıcalık verir.
- Kotalar demokratik değildir çünkü kimin seçileceğine seçmenler karar vermelidir.
- Kotalar, politikacıların cinsiyetleri sebebiyle seçilmelerini sağlar; sahip oldukları nitelikler sebebiyle değil. Daha kalifiye adayların geride kalmalarına da neden olabilirler.
- Birçok kadın sadece kadın oldukları için seçilmek istemeyeceklerdir.
- Kotaları uygulamaya koymak siyasal partilerin içinde çatışmalara sebep olacaktır.
- Kotalar liberal demokrasinin prensiplerini çiğnemektedir.

Cevap hakkı doğmuşken, kota/parite savunucularına kulak verelim.
- Kadınlar için kota ayrımcılık yapmaz, adil paylaşılmış koltuklardan mahrum bırakan mevcut engelleri telafi eder.
- Kadınların yurttaşlar olarak eşit temsil hakkı vardır.
- Kadınların deneyimlerine siyaseti hayatta ihtiyaç vardır.
- Seçim temsil ile ilgilidir, eğitimsel nitelikler değil.
- Kadınlar erkekler kadar kalifiyedir ancak kadınların nitelikleri erkek egemen sistemde azımsanmakta ve daha az değerli görünmektedir.
- Erkeklerin nitelikleri ile ilgili her hangi bir tartışma yapılmamakta ancak kadınların kalifiye olup olmadığı devamlı sorgulanmaktadır.
- Adaylıkları siyasi partiler kontrol etmektedir, seçmenlerin kararı birincil değildir. Bu sebeple kotalar seçmenlerin haklarını çiğnememektedir.
- Kotaların yürürlüğe konması çatışmalara yol açabilir, ama bu çatışmalar geçici olabilir veya her çatışma bulunduğumuz konuma zarar vermez/geri götürmez.
- Kotalar adaylık sürecini daha şeffaf hale getirerek demokrasiye katkı sunabilir. [2]

Bugün bir çok ülkede kota ve parite yasaları mevcut, sayı ve uygulama elbette tatmin edici değil. Ama bir başka önemli sorun, bugün pariteyi ilk olarak yürürlüğe koyan Fransa’da dahi, 10 yıldır parite yasası olmasına rağmen partilerin yasanın etrafından dolaşacak yollar bulmaları, hatta bu yolları bulmada fena halde başarılı olmaları. Anayasa ve Eşit Temsil Seminerinde Mona Lena Krook’un aktardığı anekdot tam da buna örnek oluyor. Bolivya seçimlerinde kota uygulaması olmasına rağmen, partiler erkek adayların isimlerini kadın isimlerine dönüştürmüşler. Emilio olmuş Emilia… Fransa örneğinde, Nicola Sarkozy’nin partisi Union pour un Mouvement Populaire (UMP) parite yasasına uymayarak yeteri miktarda kadın aday göstermediği için finansal kesintiyle karşı karşıya kalmış.
Tunus da parite uygulamasının en taze örneklerinden; 2011 Nisan’da geçici hükümet kurucu meclis seçimlerinden önce bütün partilerin adaylarının yüzde 50 kadın olacağı seçim yasasını geçirdi. Kurucu mecliste parite yasası olmasına rağmen kadın oranı yüzde 26,7 oldu. Parite yasaları ek düzenlemeler, fermuar sistemi (aday listelerinde bir kadın bir erkek olarak listeleme) ve yaptırımlarla desteklenmediği sürece, hala eşit temsil için uzun bir yolumuz var demektir.
Lambayı bizim tarafa çeviriyorum. Yeni Anayasa taslakları havada uçuşurken kota/parite bizim için yine mi hayal olacak? Kotası gelecek fermuarı mı eksik kalacak? Taleplerini anlaşılır güzel Türkçe ile ifade eden Anayasa Kadın Platformu var. Kulak vermek lazım. Eşit temsil lazım. Sükut-u hayale uğramamak lazım.




[1] Jocelyne Praud, Introduction: Gender Parity and Quotas in European Politics, 2012.
[2] http://www.quotaproject.org/aboutQuotas.cfm

*KA.DER'in Radikal Blog sayfası için yazmıştım.

9 Ekim 2012 Salı

Issizlik (masaustumde is basvurularinin oldugu klasorun adi)



Normal sartlar altinda su an Saint Joseph Universite'sinde yuksek lisans tezimi yaziyor olmam gerekiyordu. Anormal sartlar altina girdigimden dolayi Milli Kutuphane'de oturmus ic sikintimi satirlara dokuyorum.
-Olmayan turkce karakterlerim icin ozur dilerim.-
Anormal sartlarimiz benim okulu bir yil dondurmus olmam. Bir suru sebebi var. Neyse konumuz bu degil. Konumuz benim su an ki durumum. O kadar stabil bir durumdayim ki gectigimiz sene 20000 kmyi hava, kara, demir yoluyla yapmis birinin su an 7 yildir yasamadigi bir sehre donmus olmasi ve hic bavul toplamiyor olusu bunyede cesitli rahatsizlanmalara, kasintilara, kizarikliklara sebep oluyor.

Yeni mezun bir insan ne yapar diye dusunelim. Ogrenci kimliginin elinden alinmis olmasi -ki ben seneye devam edecek olsam da- sadece otobuse bindiginde bir miktar daha fazla odemek degil elbette. Etraf var ya o insan kumesi, yaslisi genci akrabasi arkadasi iste onlar bu konumdayken tam da baskalari oluyor. Sartre'i rahmetle anip bu kumenin cehennemin cercevesini ve icini tam anlamiyla doldurdugunu soylemek abarti olmaz.
Nasilsin demeden -eee simdi ne yapacaksin? diyen akrabayi islak odunla dovmek istiyorum mesela.
-Falancanin kizi suraya girmis bak cok iyi sirket maasi da cok iyi, sen neden basvurmuyorsun? Cunku zaten basvurmus olmam gerekiyor oraya, hala basvurmamis olmam istisnai, kurali onlar belirliyor ama konu benim hayatim.
-X sirketine basvurdun mu? -Hayir ben siyaset bilimi okudum ilgilenmiyorum. -Ama bak bilmemkim de felsefe okumus orada calisiyor. -Bana ne? (Bu diyaloglarin hepsi gercek)

Etrafta devamli 3000tl ile ise baslayan yuppy (young urban profesional) adayi var ve temcit pilavi gibi onume suruluyor. Onu bir bulsam bogabilirim elbette. "Siddete meyyalim vallahi dertten." Ha bir de zaten amacim cok para kazanmak degil dedigimde bir kac kablolarinin yanip suratima anlamsizca bakmalari var.

Evet, sadede geliyorum: bir issizin (cengelli s ile okunacak) dev ic sikintisina parmak basmak istiyorum. Yaklasik 1 aydir is ariyorum. Serdeki aktivizm, eski isler hep sivil toplum olmus bunlar sabit. Yani ne istedigim belli, patron karina kar katmak istemiyorum. Bir firmanin biskuvi satislarini artirmakla gorevli olmak ruhuma iskence olacak elbette. Ya da bir maden sirketinin altin arama projesine uluslararasi ortak baglamak bende kisilik bolunmesi yaratacagi cok acik. Ki bunlar kolay ulasilabilir oldugu icin de degil. Sadece bastan eledigim icin. Bu isleri yapanlari da kucumsemiyorum yalnizca ben 'orada' durmuyorum. Peki geriye ne kaliyor? KPSS var mesela. Annelerimizin favori sinavi. Memuriyet garantiye alinmanin oteki adi. Alna yazilan 657 hayat standartlarini devam ettirmek adina yapilabilecek en saglam hareket. Bence boyle mi? Hayat standartlarim umurumda degil aslinda bir suredir. O ayakkabiyi almak istemiyorum. Sadece kirami odeyebilecegim asgari ihtiyaclarimi karsilayabilecegim bir yer tahayyul ediyorum. 5 kurussuz seyahate cikmak da bayadir planladigim bir sey zaten.

Neyse sivil toplum kuruluslari var, uluslararasi organizasyonlar var onlarin ulusustu olanlari var falan filan...Olmayan sey su: is yok. Kolelik aradigimda cok fazla bulabiliyorum.
Kolelik=Ucretsiz staj oluyor bu arada. Ucretsiz staj meselesine parantez acmak istiyorum. Artik staj bulmak icin para alan turlu organizasyonlar var. Bilumum yer de stajerligin bir tur egitim olduguna ve karsiliginda para odemeleri gerektigine inandirmakta. Ogrenciyken hic calismamisimcasina yaptigim staj, gonulluluk simdi is basvurularinda "Stajlar is tecrubesi olarak yazilamaz." klasmaninda. Ben o stajlarin hicbirinde fotokopi cekmedim haberiniz var mi efendiler? Zalim piyasa diyor ki bak burada bir is var hem de asistanlik duzeyinde ama sizden en az 3 yil deneyim bekliyoruz. Oh shit! Ama hepiniz deneyim istiyorsunuz ve var olan hicbir deneyimimizi yeterince kaale almiyorsunuz. Creme de la creme universiteden mezunum dil filan da biliyorum fakat kendimi hicbir yere sigdiramiyorum. Is ararken gozluk de takiyorum, hani ben mi goremiyorum acaba diyorum bazen.
Derdim de cok acik potansiyelimi degerlendirmek istiyorum sadece duzgun yapabildigim ve hakkini verebilecegim bir yerde, projede...Arastirma yaptir, proje gelistirt, canimi ye. Ama bana biskuvi satisi, maden arama deme. (Boyle bir teklifi geri cevirdigim icin ornek veriyorum)
Sosyal bilimler mezununun cilesi bu biraz da sanirim. Ben buyum diyememek, kendine bir titre bulamamak.
Meramim budur. Biraz da issizin mekani uzerine yazasim var, o da baska bir sayfa olsun.

Not: Yaziyi okuyup sana is mi yok eueaea diyenler icin odun islatiyorum savulun.


kaynak: http://25.media.tumblr.com/tumblr_m8eecgZyKm1rti0t3o1_500.jpg

18 Haziran 2012 Pazartesi

Kütüphane mühimdir




Ikamet ettigim kütüphane (Biblioteca de Catalunya -Barselona) yukaridaki gibi bir yer. Zevkten dört köşe calişabiliyorum burada niyeyse. Katalunya günlerine veda etmeye hazirlanirken her yer daha bir güzel geliyor gözüme giderayak. Kapsamli bir elveda yazisi da yazacagim elbet. (Her ne kadar bekleyen Portekiz, Endülüs ve bilumum Katalunya yazisi olsa da ha bir de dönem sonu ödevim -ondan başlasam isabet olacak)

Bizi izlemede kalin yahut bu arada bana Istanbul'da hangi kütüphanelere gittiginizden bahsedebilirsiniz, zira bir sonraki durak Istanbul...

30 Nisan 2012 Pazartesi

Lübnan'da Göçmen Ev Işçileri- 2

(Uyari: konuya yabanci kalmamak için bir önceki postu okumaniz siddetle tavsiye edilir.)

Yeterince üzülduk ama üzülmeyelim, isterseniz öfkelenebilirsiniz. Ne demis Ulrike Meinhof: "Uzgün olmaktansa öfkeli olmayi yeglerim."

Anti Racism Movement bir cok farkli ülkeden ulasabildigi aktivistlere 28 Nisan günü bir eylem yapmayi önerdi. Bulundugunuz ülkenin Lübnan Konsolosluguna gidin ve sesimizi duyurun! Ben de derhal atladim ve bu isi Barselona'da organize ederim dedim. Eylem cok basit: toplanin gidin, biriniz yerde kanli beyaz çarsafla her hafta intihar eden bir göçmen kadin isçiyi temsil ederek yatsin, digeri de bu kadinlarin Lübnan'da maruz kaldiklari korkunç kosullari ve sponsorluk sistemini iceren bir pankart acsin!
Sulandirilmis ketçap, beyaz çarsaf ve el emegi göz nuru pankartlarimiz ve el brosurlerimizi alip yola ciktik. Dört bir yandan duyurmama ragmen katilim göz kamastirici idi. Igne atsan insan yoktu adeta!
Buyrun bunlar da fotograflar:
Siz siz olun sahte kan yapmak için benim gibi ketçap kullanmayin, hele light ketçap hiç kullanmayin!

Yae simdi ne ise yaradi bu? Diyenler olabilir, oluyor engelleyemiyoruz. Efendim dagittigimiz el ilanlarini sagolsun katalan vatandaslarimiz ilgiyle okudu hatta bize sorular dahi sordular. Bir cok insanin ilgisini cekmeyi basardik ve dunyada boyle korkunc durumlar yasandigina dair insanlara malumat vermis bulunduk. Onlar bunun bilgisine nail olurlar mi, uykulari mi kaçar, bana ne yea mi derler bu kendi bilecekleri is. Ben cok isterim butun sistemi bir anda yerle bir edip yenisini ve daha iyisini kurmak ama bir yandan da butun sistemi ufak ufak degistirmeyi de olanakli buluyorum. (Ay bu kadar baska dunya mümkün romantizmi yeter!)

Anti Racism Movement, bütün fotograflari toplayarak yayinliyor ve bilhassa bunlari goçmen kadinlarin da gormesini sagliyor. (Bloglarindan ve Facebook sayfalarindan takip edebilirsiniz)

Birileri anlatmali, birileri haberdar olmali, insanlar sokaga cikmali, eylem yapmali, bagirmali cagirmali, birileri de artik ne gerekiyorsa yapmali!

Yani ben butun iyimserligimle degistirebilecegimize/donusturebilecegimize inaniyorum oyle ya da boyle.

Burdan su an sol tarafimda oturan Meriç Ç.'ye, fotografcimiz ve gönül dostumuz Iara'ya, beni yurtdislarina okumaya yollayan anne ve babama, Istanbul'dan bana simit getiren kardesim Ece'ye, beyaz çarsafini kullanilmaz hale getirdigim ev sahibime tesekkürü bir borç bilirim.

Tutarsiz Türkçe karakterlerim için de siz okuyucularin affina siginiyorum.

29 Nisan 2012 Pazar

Lübnan'da Göçmen Ev Işçileri-1

Tembel blogcu Ezgi iftaharla sunar: yeni post!

Kiymeti kendinden menkul okuyucular, yeni yazimda sizlere dün Barselona'da gerçeklestirdigimiz eylemden bahsetmek istiyorum. Velhasil maksadim neden eylem yaptigimizi bu vesile ile de derdimizi mumkun mertebe yaymak.

Beyrut'tayken staj yaptigim sirada ev içi siddet konusu üzerine bir arastirma yapmam istenmisti. Ben arastirmayi yaparken bu konudan en cok muzdarip olan bir kesimin de göçmen ev isçileri oldugunu fark ettim. Tabi ki kadinlar, ne sandiniz?


Sorunlari siralamaya baslamadan önce benim bu konuyla olan alakami aciklayayim. Anna Lindh Vakfi'nin sivil toplum projeleri için verdigi fondan haberdar olduktan sonra, master sinifimdan bir kac arkadas hangi konuda ne yapabiliriz diye beyin firtinasi yaparken dunyanin bu kanayan yarasina 'ulan yarayi kapatamazsak da belki aciyi azaltiriz' diyerek fikirlerimizi ortaya koyduk. Baska bir dünya mümkün de dedik, yani inaniyoruz. Neticede 1 senelik bir kampanya planladik ve fona basvurduk. Okulumuzun UNESCO Kulturlerarasi Diyalog birimi de destek verdi. Tam bir yürü ya kulum durumu yani. Bir sozlu tarih belgeseli ve bir dizi bilinç yukseltme kampanyasi olarak kisaca anlatabilecegim kocaman bir proje cikti ortaya. Lubnan'da da bu konu uzerine çok guzel isler yapan 2 adet sivil toplum kurulusu ile beraber calismak icin anlastik. (Anlastik deyince sanki transfer sozlesmesi imzalamis gibi oldu ama vallahi biznis tipi sivil toplumculuk oynamayacagiz!)

Simdi hep beraber düsünelim: hem kadin, hem göçmen (çogunlugu Sri Lanka, Etiyopya, Filipinler ve Nepal'den geliyorlar, yani "3. Dunyali") hem de ev isçisi yani hizmetçi... Ötekinin ötekisi olmak derken bunu kastediyoruz saniyorum. Köle, parya, sinifalti...nasil tabir ederseniz edin.

Buyrun üzücü gerçekler:

-Lübnan'da yaklasik 200.000 kadar gocmen ev isçisi bulunuyor.
-Ülkeye gelisleri ajanslar tarafindan organize ediliyor. Tamamen özel sektör, hiçbir denetim yok.
-Ajanslar sponsorluk sistemi ile isliyor. Sponsorluk sistemi is verenin isçiden %100 sorumlu oldugu bir sistem. Sponsorluk, yasal olarak sözleşme süresince ikamet ve çalışma izinleri için işverene tam yetki veriyor. Kisacasi is verenin dedigi dedik caldigi da düdük.
-Mevcut is kanununda göcmen iscilerin yeri yok.

Peki sorun nedir?

-Is verenler (is verenler dedigim de iste zengin aileler, kalpsizler!) bu kadinlarin pasaportlarina el koyuyor. Aciklamalari basit: Ya kaçarlarsa? Neden kaçmalarindan korkuyorlar? Cevap daha basit: Maruz kaldiklari kötü muamele!
-Kötü muameleyi tahayyül ederken hayal gücünüzü özgür birakmanizi tavsiye ediyorum. Nedir bu kötü muamele?

Fiziksel siddet (kabaca dayak)
Cinsel siddet (taciz, tecavüz)
Ekonomik siddet (ücretin ödenmemesi ve devamli bununla tehdit)
Asiriya kaçan calisma saatleri (bazi kadinlar 20 saate yakin calistirildiklarini uyumalarina dahi zar zor izin verildigini anlatiyor)
Özgürlügün kisitlanmasi (eve kilitleme gibi)
Zulüm (bunu nasil kategorize edecegimi bilemedim: yemek vermemek! evet kadinlar gunlerce sadece ekmek ve su ile beslenmeye zorlandiklarini anlatiyorlar)*
Asagilama, irkçilik, ayrimcilik...Yani kisaca ne ararsaniz var.

Tabi bunun sonucu da yuksek intihar oranlari! Istatiksel verilere göre haftada bir gocmen ev isçisi intihara teşebbüs ediyor. Yüksek katlardan atlama en çok rastlanan metot zira odalara kilitlenen çaresiz kadinlar, çareyi pencereden kaçmaya çalismakta ariyorlar.

Bunun bir de sokak tarafi var tabi. Sokakta üniformayla gezmeye zorlanma, maruz kaldilari agir irkçilik, mesela bazi havuzlara girmeleri dahi yasak...
Buyrun sokakta neler oluyor Guardian'in videolu haberine bakalim: http://www.guardian.co.uk/world/video/2012/mar/15/ethiopian-maid-publicly-abused-suicide-lebanon-video?fb=native&CMP=FBCNETTXT9038

Bu arada bu sorunun sadece Lübnan'da degil dünyanin bir çok kösesinde özellikle de Körfez'deki Arap ülkelerinde de var oldugunu belirtmem gerek. (Degisen göç trendlerine de uygun olarak)

Yazimizin ikinci bölümünde en basta bahsettigim eylemimizi anlatacagim. (Çok uzadi sonra halkimiz cok uzun diyor okumuyor!)


*Kaynak: www.kafa.org.lb raporlari