31 Temmuz 2010 Cumartesi

Janna Sur Mer






Gecikmiş postlardan bir tanesi ile karşı karşıyasınız...Bu sefer sıcak yaz günlerinde içimizi ferahlatacak cinsten yeni bir maceramı anlatmak niyetindeyim. Geçen haftasonu, İstanbul'dan iki arkadaşım Suriye'den başladıkları ortadoğu turlarına Beyrut'u da katarak beni çok mutlu ettiler. Suriye'de çok gezip çok yoruldukları ve Beyrut da müze fakiri olduğu için bir günlerini tembel tembel deniz karşısında yatmaya ayırmak istediler. Ben de bu öneriye balıklama atladım tabi ki. Hemen gidilecek plajları araştırmaya koyulduk ve Lübnanlı arkadaşımın tavsiyesiyle Damour'da (Beyrut'a 15 dakika mesafede küçük bir şehir) Janna sur Mer'e gitmeye karar verdik.
Sitesindeki açıklama bizi çeken nokta oldu sanırım: "Janna Sur Mer has built the biggest pool in the Middle East which is set against the landscape with an open horizon blending into the sea. The resort comprises a restaurant, island, several waterfalls, & in-water bars with seating."
Beyrut'un içinde de plajlar var ancak denizin nispeten kirli olduğunu söyleyebilirim. Bu yüzden insanlar deniz kenarına inşa edilmiş havuzlarda çimmeyi tercih ediyorlar. Çimmek dedim çünkü yüzen bir Allah'ın kulu göremezsiniz, genelde kollar havuz kenarına sabitlenmiş şekilde; yalnızsanız etraf kesiliyor yoksa sohbet ediliyor. Neyse efendim, biz de denize girebileceğiz gibi bir büyük umutla yola çıktık. Damour'a gitmek de çok kolay, El Cola istasyonundan 2000LL (2TL) gibi bir meblağaya kısa sürede varıyorsunuz. Damour hakkında söyleyebileceğim tek şey muz. Muz tarlasından başka bir şey görmedim. Onlar da olmamıştı, koparıp yiyemedik bile. Bu arada Janna'nın girişi haftasonu 20$, hafta içi 15$.
Biz de paralarımızı bayıldıktan sonra girip muazzam bir peyzaj, egzotik tandansta imgelerle süslenmiş genişçe bir alana çıkıyoruz. Etraf gerçekten çok güzel, yapay minik şelalelerden, küçük havuzlara, heykellerle süslenmiş. Büyük havuz sanki denizle birleşiyormuş gibi görünüyor bittiği yerde.


Kendimize şezlong arıyoruz ve çift kişilik yatak formatlı denize sıfır bir tanesine çöküyoruz. Bizim oturmamızla görevli yanımızda bitiyor ve kişi başı 10$ karşılığında ancak VIP kısmından yararlanabileceğimizi söylüyor. Ben bu sırada zaten size 20$ bayılmadık mı diyor ve Marx'ı rahmetle anıyorum. Fakir kısmına geçip normal -yataksız- şezlonglara seriliyoruz. Sonradan gördüğümüz üzere bir de VVIP (very very important person) kısmı da var tam havuzun ortasında...Neyse efendim Janna denize sıfır ama denizi çok afedersiniz .ok götürüyor. Kıyıda inşaat malzemeleri, betonlar, çöpler...vs.


Herkes havuza giriyor. Öğlen saati yaklaşınca bir anda havuzun tepesindeki Dj kabinine dünyanın en yetenekten yoksun Dj'i geçiyor ve o andan sonra işkencemiz başlıyor. Ben kenarda sessiz sakin kitabımı okurum derken kendimi bir partide buldum sayın seyirciler. Ama durun kitsch'in sınırlarını zorlayan bir gösteri daha vardı. Ayrıntılarıyla betimlemek istiyorum. Havuz gölet büyüklüğünde ve ortasında bir bar minik bir adacık gibi yapılar barındırıyor. Sakince havuzda yüzerken, bir anda müziğin sesi arttı ve göbek atmalık oryantal bir şarkı çaldı. Sonra bir döndük ki küçük adacığımızdan bir platform yükseliyor. O da nesi, üstünde bir dansöz!


Vay anasını nidalarımızla ablamız şovuna başladı ve takriben yarım saat kadar dans etti. Karşı taraftaki barda da kendisine rakip kadınlar ve erkekler kendi kişisel şovlarına bar tezgahının üstünde devam etti.
Restoran tabi ki çok pahalıydı ama biz "fakirleri" de unutmayarak her sınıftan insana yönelik bir menü hazırlamışlar. Sandviçler oldukça uygun ve lezzetliydi. Döndüğümde aldığım kiloları vermek için çaba sarf etmem gerekecek!
Dönüş yolculuğumuz da oldukça eğlenceliydi. Ana yola çıkıp otobüs bekledik ve biner binmez herkesin kim bu uzaylılar bakışlarına maruz kalarak, Where are you from? Sorularına cevap vererek geçirdik. Yanımda oturan Suudi Arabistanlı amca beni çok su içmemem(!) konusunda uyardı, şişermişim!
Bir sonra ki buluşmamızda görüşmek üzere diyorum sevgili okur. Siz Suudi amcaya bakmayın sıcaklarda bol bol su için.

27 Temmuz 2010 Salı

Şatilla

Geçen hafta beş kişilik bir grup olarak Şatilla Filistin mülteci kampına gittik. Bir İngiliz (BM Afganistan'da görevli) ,bir Amerikalı (UNRWA Lübnan'da görevli), bir Filistinli (ABD'de öğrenci) ve iki Lübnanlı öğrenci arkadaşla beraber Temel fıkrası kadrosu olarak yola çıktık. Burada tanıştığım, Unite Lebanon Youth adında bir NGO'nun kurucusu olan ve tüm vaktini filistinli öğrencilere burs aramakla, kamplardaki yaşamın iyileştirilebilmesi için uğraşıp didinmekle geçiren adı gibi melek; Melek El Nimer ön ayak oldu bu ziyaretimize. Ben burada ki stajım dışında bir de kamptaki çocuklarla ilgili bir atölyede gönüllü olacağım. Gönüllülük işi Melek Hanım sayesinde oldu. Gelmeden pek fazla bilgim yoktu, duyunca katılmak istedim merkezdekiler de olumlu karşıladılar sanırım haftaya başlayacağım. Neyse Şatilla'ya dönelim. Grubu toparlayan merkezde gönüllü olarak çalışan Nour ile buluştuk ve diğerleriyle tanışarak yola çıktık. Şehrin çok da uzağında sayılmaz Şatilla, hatta görmezden gelinemeyecek kadar yakın. Tabi insanların nasıl yok saydıklarını anlamakta güçlük çekiyorum hala. Bizim programımızda önce benim gönüllü çalışmak istediğim kampın yakınında bulunan bir toplum merkezini ziyaret etmek vardı. Bu merkezde kadınlar ve çocuklar için bir sürü ders, atölye yapılıyor; bilgisayardan, İngilizceye, resimden, yemek kursuna kadar. Biz gittiğimizde yalnızca 7-8 yaşında çocuklar vardı ve resim yapıyorlardı. Hepsi teker teker ehlen ve sehlen (hoşgeldiniz) diyerek elimizi sıktılar. Bize meyve suyu ikram ettiler. Ben çat pat Arapça onlar çat pat İnglizce kaynaştık...Resimlerinde kefiye motifleri, Filistin bayrakları; pek çiçekli böcekli bacası tüten ev motifleri yoktu ne yazık ki. (Oraya gidip "zavallı" çocukların başını okşayıp -ay ama yazııık dediğimi sanmayın sakın. Bunu yapanlara da bir o kadar gıcık olurum aksine. Bazıları "bizim" kadar şanslı dünyaya gelemediği için onlara acımak bizim haddimize değil sanırım.)
Ardından Şatilla'ya doğru yol alıyoruz. Size bu yazının devamında 1982 katliamı ile ilgili orada dinlediğim, okuduğum bir çok şey söyleyebilirim. Ama bu yazı sizi oturduğunuz yerde rahatsız etsin, rahatınız biraz batsın diye yazılmadı. Hepimiz adı katliam olan bir şeyin ne kadar korkunç olduğunu biliyoruz. Ben yalnızca 1 km ötesinde sabaha kadar 500 dolarlık şampanyalar içilip, çılgınca eğlenilen bir yerden bahsedeceğim. Mekansal olarak damgalanmış bir yer Şatilla. Koca bir semtte boyasız, sıvasız dip dibe evleriyle ayrılan, gidilmesi tehlikeli bulunan bir yer. Bu işlerden hiç anlamam gerçi de, elektrik ve su tesisatı binalara dışarıdan veriliyor. Bütün sokaklarda (sokak dediysem araba geçemez) kafanızı kaldırdığınızda siyah kablolar, borular görüyorsunuz. Ayrıca elektrik ve su tesisatı yan yana olduğu için çok fazla çarpılan insan oluyormuş. Bir binaya girdik ve içerisinde mermerden yapılmış mezarlar vardı. Neden binanın içinde mezarlık değil mi? Hepimiz aynı soruyu sorduk. Katliam sırasında kampın dışarıyla tamamen ilişkisi kesildiği için insanlar vefat edenleri oraya gömmek zorunda kalmış. Abluka zamanı kampta ne yenip ne içildiğini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Fotoğraf çekerken dikkat etmemizi, üniformalı kimsenin ve direk yüz çekmememiz için uyarıları aldıktan sonra tedirgin tedirgin sadece bunları çekebildim. Ama tabi ki kamerayı görür görmez poz veren çocukları ihmal etmedik...

Bu arada eve döndükten sonra Şatilla'daydım dediğim Lübnanlı ev arkadaşlarımın tepkisinden bahsetmem bir kısım insanların kampa dair algılarını açıklamak için yeterli olacak. -Tek başına mı gittin? Nasıl gidebildin? Neden gittin? Tehlikeli değil miydi?
Deli misin? Aslında ben bu tarz tepkilere alışığım Tarlabaşı Toplum Merkezinde gönüllü çalışmaya başladığımdan beri. Pek değerli arkadaşlarımda aaa dikkat et de hastalık kapma bile duymuşluğum var. Birileri oralarda insan yenmediğini anlamalı artık.




22 Temmuz 2010 Perşembe

Gece Hayatından Bir Tutam


Daha önce dediğim gibi birazcık gece hayatından bahsetmek istiyorum. Geçenlerde ev arkadaşımın davetlisi olarak bir gece kulübüne gittim. Ben pek gece kulübü durumlarını sevmem, benim için canlı bir performans ya da sokakta masaları olan bir yerde oturup sohbet etmek her zaman daha eğlenceli olmuştur. Ben Dj eşliğinde bir gece bekliyordum ancak baya farklı bir ortamla karşılaştım. Öncelikle gittiğimiz kulübün adı Casino, yerini tam olarak bilemiyorum maalesef çünkü arabayla gittik ve karanlıkta seçebilmem pek mümkün değildi. İsteyenler için sorarım. Neyse biz grup olarak doluştuğumuz arabaya binip saat 1 sularında mekana vardık. Neden 1 değil mi? Ben de aynı soruları sordum sayın seyirciler neden 1? Beklerken uykum bile geldi. Burada adet böyleymiş. Kapının önü adamla doluydu; vale, bodyguard...Bir anda arabanın etrafına doluşup 4 kapıyı aynı anda açtılar. Oh my god demekten kendimi alamadım. Size bir Kezben Paris'te portresi çiziyor olabilirim ama ben ne Laila, ne Reina ne de Sortie (bunlar iki taneydi ama neyse) görmüş bir insanım. Yani hem çok sevmem hem de biraz ne diyeyim plastik gelir o eğlence. Bu arada evden çıkmadan kızlara ne giyeyim diye sormuştum zira nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum. İyi ki sormuşum. Ben annelerin -ay tam genç kız işi! dedikleri gibi bir siyah etek ve pullu bir tişört seçmiştim ancak arkadaşlarım bu kıyafetin fazla günlük olduğunu belirttiler. İşte Lübnan'lı kadınlarla aramda ki farklardan biri çoğunun gündüz giydiğini ben gece giymeyi düşünüyorum. Allahtan daha önceden buraya gelen bir arkadaşım beni uyarmıştı da valize bir düğün (benim için düğün kimi için sabah kahvaltısı) elbisesi atmışım. Topukluları da geçirdikten sonra hazırdık. kapıdan içeri girdiğimde biraz şaşırdım çünkü pek az kimse vardı. Saat hala 1 sayın seyirciler. Rezervasyon yapılan masamıza gittik şişe açtırmak adettenmiş bir şişe içki söylendi ve gürültü içinde muhabbet etmeye çalıştık. Önce Tiesto'dur, alors on danse'dır oturarak(!) dans ederken bir anda dj kabinin alt kısmına bir korg marka org getirdiler. Bu arada herkes oturuyor bir dans pisti olmadığı için muhtemelen. Orgun başına buralarda pek meşhur olan sanatçı kardeşimiz ilişti.
Evet yukarıda gördüğümüz Joe beyler önce uzun havayla başlayan sonradan 9/8 lik ritmlerle şenlenen şarkılarını icra etmeye başladı. O andan itibaren ben sadece gözlem yapabildim çünkü herkes masalara, koltuklara çıkıp dans etmeye başladı. Kadınlar attı yüksek ökçeli prangalarını koltuk tepelerinde dans ettiler.
Kadınlara değinmek istiyorum biraz aslında. Lübnan estetik ameliyatlarıyla ünlü imiş. Bunu nasıl fark ederim derseniz kalbur üstü bir gece kulübüne gidip herkesin burnuna bakmanız yeterli. Bir süre sonra aa ben bunu görmüştüm diyorsunuz çünkü.
Modadan çok anlamasam da moda kurbanlarını iyi tanırım. O yüzden sizler için ibretlik bir fotoğraf paylaşmak istiyorum. Çok fazla yorum yapmayayım ama siz her moda olan şeyi giymeyin tulum kadın gibi olursunuz maazallah.

Üç yahut beş doktorun elinden çıkmış gibiler. Erkekler için değişik bir şey göremedim sadece hiç kasılmayıp rahatça dans edip, göbek atmaları dikkatimi çekti.
Saat 3'ten sonra açılan galon galon şampanyalar, plastik yüzler, abartılı kıyafetler, 9/8 lik ritimler, özünü bulup açılmalar...Beyrut gece hayatının bir yüzü...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Bir Demlik Çay


Sevgili okur, bilenler bilir bazı şeylerin kıymeti ancak eksikliğinde hatırlanır. Benim için bu kategoride şu an bir çaydanlık demleme çay bulunuyor. Elbette ki, aile, erkek arkadaş, arkadaşlar da çok çok özleniyor ama çay işte ne bileyim...Nereye gitsek sallama/atlama/batırma diye abuk tarifleri olan çayların yüz karası tat alınmaz meretten getiriyorlardı ben de pes etmiştim. Bir de şeker istemediğinizi belirtmeniz gerekiyor, yoksa şekeri basıp veriyorlar. Eve misafirliğe gittiğimizde de sormadan şekeri doldurup vermişti ev sahibesi. Ayıp olmasın diye bir bardak pekmez içtim sayın okur. Sonra geçenlerde tesadüfen Bread Republic diye Hamra'da bir kafeye gittik. Şanısımı denemek için çay istedim ve kişiye özel minik bir demlikle kokusunu saça saça geldi. İnce belli, 90 60 90 bardağımız da olsaydı tadından içilmezdi elbette. Neyse bunlar memleket hasreti belirtileri sanırım.

Bir sonra ki post bu kadar sıkıcı olmayacak merak etmeyin. Sizler için gece hayatını gözlemledim. (Kendim için değil yo yo yo) Beyrut'ta gece hayatı az sonra...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Taksi Dolmuş

Bir önceki yazıda şehir içi ulaşımından bahsetmemiştim. Öncelikle anlatmak istediğim Lübnan'daki araba sayısı, bazı kişilerin başına 3-4 araba düştüğü için ülkedeki araba sayısı nüfusa yakın. Başlarına araba düşesiceler! Garezim neden, hepsi cip yahut cipten de büyük bilmem kaç silindirli, çok fazla benzin harcayan arabalar kullanıyorlar. Hayır küresel ısınma, hava kirliliği...Şehre ilk geldiğimde burada tek araba sahibi olmayanın ben olduğumu düşünmüştüm o kadar çok araba var yani. Neyse efendim, otobüsler bildiğimiz otobüs formatında değil daha çok minibüs boyutlarında ve dökülüyorlar. 2 haftadır buradayım gördüğüm otobüs sayısı parmaklarımın sayısını geçmez. Bileti de 1 LL imiş ben daha binme şansına erişemedim. Bunun dışında hep bir Türk icadını olduğunu düşünüp gururlandığım taksi dolmuşlar (burada service deniyor) ile her yere gidebiliyoruz. Ancak sistem mi desem sistemsizlik mi, bu araçların belli bir destinasyonları yok. Yani Bostancı-Taksim gibi belli bir güzergahları bulunmuyor. Yolda bekleyen birine yanaşıyor ve nereye gitmek istediğinizi söylüyorsunuz. Eğer beğenirse bir kafa işaretiyle -geç lan arkaya, -atla gibisinden bir emare veriyor ve biniyorsunuz. Ücret 2 LL, eğer sizden önce biri binmişse önce onu bırakıp yola devam ediyor. Önceden biri binmişse onun gideceği yere ters değilse sizi alıyor yani. Bir de bildiğimiz taksiler var. Taksimetre olmadığı için pazarlık usülü ile fiyatta anlaşıyorsunuz. Ben bir keresinde sağlam pazarlık yapmıştım biner binmez Türkiye'den misin diye sordu. Yakın zamanda bir Kayserili turist grubu ile karşılaşmış olması muhtemel.
Benim gibi bir şehrin yürüyerek gezilmesi gerektiğini, ancak orayı öyle iyi tanıyıp keyfini çıkarabileciğinizi düşünüyorsanız biraz hayal kırıklığı olacak. Sokakta yürüyen insana rastlamak güç ve yaya olarak gezmek bir nebze tehlikeli. Neden tehlikeli çünkü çok az trafik ışığı var ve arabalar yayaları görmezden geliyor ve çok hızlı araç kullanıyorlar. Mesela bir dört yola çıkacak araba, hızını düşürmek yerine kornaya basıyor ki kimse yoluna çıkmasın. Sıkça tek yöne girip bir arabayla burun buruna geldikten sonra kavga çıkıyor. Motorsikletler ise kendilerini bisiklet sandıklarından mıdır sürekli trafik akışının ters yönünde gidiyorlar. Sağdan akan trafikte karşıya geçecekseniz muhakkak sola da bakmalısınz ki bir motorsiklet size doğru gelmesin. Yani bunlar İstanbul trafiğinde de olan şeyler ama burada daha da bir fazla.
Yine de her şeye rağmen tabanvay diyorum...

18 Temmuz 2010 Pazar

Beyrut 101

İstanbul’dan kalkıp Beyrut’a gelmek ne kadar sürer? Nerede kalınır? Parası pulu nedir gibisinden sorulara cevap veriyorum. Kısaca seyahat etmeyi düşünenler için mini bir Beyrut rehberi. Bunu ilk başta yazmam gerekirdi affet beni değerli izleyici.

Türkiye'den buraya gelmek için ille de uçak gerekmez. Lübnan aslında burnumuzun dibi biraz macerayı göze alıyorsanız bavulunuz da çok büyük değilse, gümrük kapılarında ortalama birer saat beklemekten sıkılmam diyorsanız karayolunu tercih ediniz. Geçerken Suriye’yi de görme fırsatınız olur hem de. Arabanız varsa ne ala, yalnızca Türkiye’den çıkarken yaklaşık 100$ gibi bir meblağ ödüyorsunuz. Arabası olmayanlar için ise Antakya’dan Şam’a ve Halep’e taksi dolmuşlar, otobüsler var (arabayla geldiğimiz için tam bilemiyorum ama 20-30 tl arası duyduğum kadarıyla). Şam’ı göreyim diyorsanız Şam üzerinden gelmenizi tavsiye ederim ama yol haliyle uzuyor. Şam’dan ise Beyrut’a yine taksi dolmuş usulü ile her dakika ulaşım mümkün o da 10-15$ civarı. Beyrut’a THY ve MEA nerdeyse her gün uçuyor ancak fiyatlar için çok uygun diyemeyeceğim. Pegasus Beyrut seferlerine basladigindan beri uygun fiyatlara ucak bileti bulunabilir. Karayoluyla gidip uçakla dönmek bir alternatif olabilir.

Lübnan’ın para birimi Lübnan Lirası ve 1000 LL 1,500$’ a denk geliyor yani Türk Lirası ile neredeyse aynı. Korkmadan harcayabiliyoruz bu sayede. Övropalarda mini şişe sulara 1 avro verip içi yananlardansanız iyi haber!

Nerede kalınır konusunda çok yetkin değilim ne yazık ki zira ben hiç otel aramadım uzun süreli kalacağım için. Ancak bildiğim bir hostel/pansiyon var temiz ancak çok konforlu değil.

Pension Al-Nazih: http://pension-alnazih.8m.com/

Bunun disinda yer olarak Hamra bolgesindeki otelleri tercih edebilirsiniz. Hem merkezi hem de kesenize uygun oteller var. Kodamanim ben, luks isterim konfor isterim diyorsaniz, otel zincirlerinin Beyrut'ta en guzel yerlere konuslanmis otelleri bulunuyor. Ama benim uzmanlik alanim degil google'layiniz.
Ancak duyduğum kadarıyla gecelik 40$'a eh işte, aman yatmadan yatmaya tipi bir otel bulabilirsiniz. Otel fiyatları özellikle yazın çok artıyormuş. Bir nevi ortadoğunun sayfiye yeri gibi burası...Tabi bir de birçok yerde bulamayacağınız özgürlükler diyarı olduğu için.

Beyrut tam da İstanbul gibi, bir akşam yemeğine 300$ da 5$ da ödeyebilirsiniz. Kocaman bir falafel 2000LL de olabiliyor mesela. Seçenek çok fazla ve fena halde güzel (çıkan göbeğimin yalancısıyım). Porsiyonların maşşallahı (biliyorum tek ş ile yazılıyor) var.
Sehir ici ulasim taksi-dolmuslar ile yapiliyor genellikle. Yaklasik 2000LL idi.

Gezilecek belli başlı yerler ise bir kaç yeri daha görmeyi bekliyor bizden ayrılmayın.


16 Temmuz 2010 Cuma

Mloukhié au Poulet

Geçenlerde yediğimiz tipik Lübnan yemeğinin adı oluyor mloukhié au poulet...(Tansel'e sevgiler bak efendim diye başlamadım) Siz sevgili beni izleyenlerle (biliyorum varsınız artık kendimi şizofren hissetmiyorum kaynak:google analytics) paylaşma nedenim ise hem servis hem de sunuş olarak oldukça enteresan bir yemek olması. Öncelikle restorandan başlamak istiyorum. Le Chef, Gemmayze adlı naçizane publarıyla ünlü tarihi dokusunu kaybetmemiş semtte bulunuyor. Biz de kutsal kitabımız Lonely Planet'ın sözünü dinleyerek midemizin götürdüğü yere Le Chef'e gidiyoruz. Eğer gidecek olursanız velgaaaam diye bas bariton bağırarak müşteri çekeceğini zanneden garson bey amcadan korkmayın. Kendisi yoldan geçenlere kapıyı açıp velgaaam diye bağırarak korkutmakta hatta yemeğinizi bitirmediğiniz için sizi azarlayabilmekte. Vedat Milor gibi ambiyansa puan vermek isterdim ancak bir ambiyans yok hatta esnaf lokantasından bozma diyebiliriz. Tabi şekil değil lezzet diyoruz ve oturuyoruz. Menüye bakıp hiçbir şey anlamadığımız, garson bey amcadan da korktuğumuz için kasadaki şirin teyze imdadımıza yetişiyor ve tipik bir Lübnan yemeği ve olmazsa olmaz humus sipariş ediyoruz. Yemekten önce turp, yeşil soğan ve nane geliyor...
Ardından humus, pilav üstünde tavuk ve et parçaları...
Önce anlam veremiyoruz sonra bir tavada ıspanağımsı sulu pişmiş bir yemek ardından kıtır bir lavaş ve sarımsaklı sirkeli ancak çok keskin olmayan bir sos geliyor.


Biz hepsine alık alık bakarken korkulan garson nasıl yeneceğini anlatıyor ve başlıyoruz. Önce kıtır ince lavaşlar kırılıp pilavın üstüne konuyor ardından ıspanağımsı bitkiler konuluyor en son da sarımsaklı sos!
İlk başta tereddüt etmedim değil ama lezzetliydi. Ancak yarısını yiyebildim (formumu korumuyorum tabak büyüktü) ve velgaaam bey masaya gelerek tabağıma bakarak -noluoo yesene! gibisinden hareket yapınca tırsmadım değil. Ardından tatlıya geliyoruz ve meghli (ya da moughli, meghlé) geliyor. Ne yazık ki yiyemiyoruz zira üstüne gül suyu boca edilmişti. Ama sonra aynı tatlıdan ev arkadaşımın annesi yapmıştı onu denediğimde tamamen farklıydı. Anne eli deymiş gibisi yok tabi ki...
Bu arada yine yemeklere dokunmadan fotoğraf çekmeyi unuttum acemi blogger işte.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Nihayet Beyrut


Efendim geleli baya oluyor ancak ben yeni toparlanıp yazabiliyorum. Beyrut gezip görebileceğiniz en misafirperver, arkadaş canlısı şehir olabilir.(Hepsini gezmediğim için kesin konuşmuyorum dikkatinizi çekerim tabi eğer varsanız) Şehre geldiğimizde adres bulmak konusunda biraz sıkıntı çektik zira tabelalar yetersiz, çoğu sokak ismi ya sadece arapça yazılmış ya da yazılmamış. Bu yüzden gitmeden google map'ten ayrıntılı sokak planları almanız işe yarayabilir. Tabi google map'e girebilirsiniz. Sayın başbakanımızın bilgisayarını ödünç alabilirsiniz mesela arada youtube'dan da bir kaç video izler şenleniriz. Bir konuya başlayıp dağıtmadan devam etsem dilimi ısırabilirim illa bir politika. Neyse efendim, tabelaların eksikliğinden bahsetmiştik misafirperverlik demiştik. Bakınız yol bulamamızı telafi etmek istercesine bir lübnanlı habibi bize nasıl yardım etti. Yemek yediğimiz yerde adres sormuştuk (benim 2 aylığına kiraladığım oda-Beyrut'ta uzun süre kalacaklar için kalacak yer rehberi az sonra). Aslen polis olan sivil görünümlü insanlığa yardımı şiar etmiş habibi bize bizzat rehberlik edip oradan taksiyle dönebileceğini belirtti. Ev sahibimi defalarca telefonla arayarak bizi sokağımıza teslim etti. Tabi ki bir baba edasıyla cebine 20 dolar sıkıştırmaya çalışan babamı da es geçmemeliyiz. Telefon için dese de insanlığın son timsali polis bey kabul etmedi üstüne de bana telefon numarasını verdi ki bir şeye ihtiyacım olursa arayayım. Ya sevgili habibiler insanlık ölmemiş Beyrut'ta yaşıyor.
Sokağım güzeldi gece pek fazla dikkat etmemiştim. Sabah bir çıktım bir de ne göreyim bildiğin tank! Bir sokak başında bir sonunda...Tabi bunca zaman oryantalist zırıltıları dinlemiş biri olarak her ne kadar ön yargılı olmamaya çalışsam da bir an yine mi İsrail yine mi savaş der gibi oldum. Yalnız askerlerin ellerindeki silahlar kalaşnikof mu her neyse maşallahları var. Ağır silah dedikleri bu muydu acaba yoksa pahada mı ağır?
Henüz pek fazla fotoğraf çekemedim. Turistik gezileri ağırdan alıyor yiyip içiyorum ayıptır söylemesi. Bu sebeple bir kaç postta genel yaşam hakkında bilgi vermeyi planlıyorum. Zira ben gelmeden İstanbul'un bütün kitapçılarını tavaf ettim ancak bir Lübnan gezi kitabı bulamamıştım. Buradaki bir kitapçıda Lonely Planet'tan çıkma Syria&Lebanon edindim.
Burdan yetkililere sesleniyorum burası da bir turizm bölgesi lütfen sadece övropaya değer yüklemeyiniz! Neyse işte sanal ortamda türkçe bir gezi rehberi olsun istiyorum. Sadece turistik yerleri değil burada ne yenir, ne içilir, ne giyilir (bağyan arkadaşların seslerini duyar gibiyim), yakında nereler var hepsini anlatmaya çalışacağım. Lübnan için bavul rehberi bile görebilirsiniz burada.

9 Temmuz 2010 Cuma

Halep


Efendim yolculuğumuzdan bahsediyorduk...Hatay'da bir kaç kilo aldıktan sonra sabahın erken saatlerinde (karga kahvaltısını yemeden) Halep'e doğru yola çıktık. Bu arada Antakya Arkeoloji Müzesini de bir görün derim. Cilvegözü sınır kapısında vatan toprağını terk-i diyar ettik...

İlk defa karadan sınır geçtiğim için ülkeler arasındaki sınırların o bütün askeri yığılmanın, güvenlik kontrollerinin, ne kadar saçma olduğuna kanaat getirdim. Pasaporta bir damga bir adım ötede Suriye ama bir baksan dikenli teller, silahlı askerler…Neyse efendim eğer sigara, alkol, elektronik eşya almayı düşünüyorsanız Türkiye tarafındaki duty free’den değil Suriye’dekinden almalısınız zira fiyatlar neredeyse yarı yarıya. Mesela bir karton Marlboro 6.5$ civarında Suriye tarafında. Tiryakiler için bu yararlı bilgiyi geçtikten sonra Halep’e doğru yol alıyoruz. Su almak için durduğumuz yerde Türkiye’den geldiğimizi duyan bakkal amcanın arkadaaaş nidalarına şahit oluyor ve hediye olarak bize verdiği sakızlarımızı alıp devam ediyoruz. Kalesini, kapalı çarşıyı ve Zekeriya Camii’ni ziyaret ettikten sonra hepimizin asıl beklediği durak olan Zmourad Restaurant’a gidiyoruz. (Evet biz oburuz bakın gurmetur falan deyip allıyıp pullamadım da) Ancak bizi fena halde hayal kırıklığına uğratıp buhranlara sürükleyen cevapla karşılaşıyoruz : 14.00’a kadar kapalıyız…Halbuki ne methiyeler duymuştuk oranın yemeklerine dair. Yine de siz eğer giderseniz oraya gidin ve benim yerime de yemek yiyin. Çok fazla vaktimiz olmadığı için şehir merkezinde dolanıp yiyecek bir şeyler arıyoruz ancak Halep bir kaç belli başlı restoran dışında bu konuda oldukça zayıf. Size tavsiyem gitmeden birilerinden muhakkak tavsiye ve adresler alıp hazırlıklı gitmeniz. Büfe tarzı bir yer bulup nihayet biraz falafel gövdeye indirip devam ediyoruz.



Halep Kalesi

Kapalıçarşı
Zekerita Camii'nde bir keşiş...Şortumla girebileceğimi düşünmemiştim ama içerideki amcaların ayak bileklerim gözüktüğü için sertçe uyarmalarına gerek var mıydı bilemiyorum. Bu arada giydiğim cübbemsi şeyi girişte açık gördüklerine kadın-erkek veriyorlar.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Hatay'da Künefe: Çınaraltı




Antakya'da ne yenir hepsini anlatmak isterdim ancak yemek kısmını hiç fotoğrafsız geçirmiş olmam sebebiyle (çok açtım evet) tatlı kısmına geçiyorum ki bu en önemlisi bence. Zira humusun da mezelerin de hası ne yazık ki Antakya'da değil...

Künefe için bir sürü turistik yer mevcut ancak bizim ekibimizdeki büyük göbekliler (babacığım sevgiler) lezzetin izini sürmek ve geçiştirmemek için araştırıp esnafa danışarak Antakya'nın yerlilerinin gittiği bir künefeci buldular: Cinaralti Kunefecisi
Tam adresini hatırlamasam da Uzun Çarşı'da kime sorsanız gösterirler.
Ben çok ağır tatlılar yiyemeyen bir insan olarak loppadanak bir tabağı götürdüm. Gercekten çok farklı ve inanmazsınız hafifti. Odun ateşinde usta taklalar attırarak pişiriyor. Şiddetle tavsiye ediyorum. Bu arada bir telefonla Türkiye'nin her yerine gönderiyorlarmış. Fiyatını net olarak hatırlamasam da porsiyonu 4-5 lira gibiydi...

Yolculuğa çıkmadan

Nerden başlasam ne anlatsam dedim 2 gün bekledim ve ilk post...Efendim öncelikle neden Beyrut'tayım, nasıl geldim, gelirken neler gördüm bunları kısaca anlatmak isterim. Bendeniz rektörümüzün deyimiyle Galassaray Üniversitesi'nde siyaset bilimi okumaya çalışan bir öğrenci parçası olarak, arapçaya merak salmıştım. Ancak araştırdım, baktım yaz okulları çok pahalıydı. Ben de Suriye'de ve Lübnan'da staj aramaya başladım. Hem ziyaret hem ticaret hesabı. Yaz vakti ekvatora yaklaşmaya bu kadar can atmam oldukça enteresan kabul ediyorum.
Beyrut'taki UNYA'e başvurmuştum mayısta onlarda beni kırmadı Ezgi'ciğim gel tabi burası senin yerin dediler...Neden ben diye sormadım değil. Ancak asistanı olduğum proje tam olarak benim CV'de geyik niyetine doldurduğum interests kısmına uyuyor. (Evet ben de edebiyat yazangillerdenim ama satranç yazmıyorum). Velhasıl "Women Right to Nationality" projesinde çalışmak için buradayım. Beyrut'ta kalacak yer arayanlar-arayacaklar burada öğrenci olmayı düşünenler için ayrıntılı bir accomodation postu yapacağıma söz veriyorum. Ben çektim siz çekmeyin. Ama şimdi biraz yolculuğumuzdan bahsetmek istiyorum.
%0sini geçmiş ama hala macera ruhunu kaybetmemiş sevgili annem ve babam uçak yerine arabayla gidelim önerisinde bulundular. Ben de uçarak atladım çünkü Hatay'ı ve Halep'i, yolda geçerken de olsa Tripoli'i, Byblos'u da görme şansımız olacaktı. Bizim ekip diğer maceraperest aile dostlarının katılımıyla büyüdü e haliyle arabamız da büyüdü.
Antakya'da nerede künefe yenir? Az sonraaa...

6 Temmuz 2010 Salı

Giriş Yerine

Efendim bayadır blog yaz diyen sevgilimin iteklemeleri ve Beyrut'ta olmam sebebiyle blog yazmaya başlamış olduğumu tebliğ etmek isterim. Kim okur bilmem ama ben sıklıkla Beyrut anılarımı yazmayı planlamaktayım. Ama günler neyi getirir bilemem. Hayır yarın öbür gün moda postu görürseniz yahut yemek tarifi verirsem şaşırmayın izlemeye devam edin. Blogum vatana millete hayırlı olsun ki engellenmesin. Kurdelayı kestim alkışları duyar gibiyim.