27 Temmuz 2010 Salı

Şatilla

Geçen hafta beş kişilik bir grup olarak Şatilla Filistin mülteci kampına gittik. Bir İngiliz (BM Afganistan'da görevli) ,bir Amerikalı (UNRWA Lübnan'da görevli), bir Filistinli (ABD'de öğrenci) ve iki Lübnanlı öğrenci arkadaşla beraber Temel fıkrası kadrosu olarak yola çıktık. Burada tanıştığım, Unite Lebanon Youth adında bir NGO'nun kurucusu olan ve tüm vaktini filistinli öğrencilere burs aramakla, kamplardaki yaşamın iyileştirilebilmesi için uğraşıp didinmekle geçiren adı gibi melek; Melek El Nimer ön ayak oldu bu ziyaretimize. Ben burada ki stajım dışında bir de kamptaki çocuklarla ilgili bir atölyede gönüllü olacağım. Gönüllülük işi Melek Hanım sayesinde oldu. Gelmeden pek fazla bilgim yoktu, duyunca katılmak istedim merkezdekiler de olumlu karşıladılar sanırım haftaya başlayacağım. Neyse Şatilla'ya dönelim. Grubu toparlayan merkezde gönüllü olarak çalışan Nour ile buluştuk ve diğerleriyle tanışarak yola çıktık. Şehrin çok da uzağında sayılmaz Şatilla, hatta görmezden gelinemeyecek kadar yakın. Tabi insanların nasıl yok saydıklarını anlamakta güçlük çekiyorum hala. Bizim programımızda önce benim gönüllü çalışmak istediğim kampın yakınında bulunan bir toplum merkezini ziyaret etmek vardı. Bu merkezde kadınlar ve çocuklar için bir sürü ders, atölye yapılıyor; bilgisayardan, İngilizceye, resimden, yemek kursuna kadar. Biz gittiğimizde yalnızca 7-8 yaşında çocuklar vardı ve resim yapıyorlardı. Hepsi teker teker ehlen ve sehlen (hoşgeldiniz) diyerek elimizi sıktılar. Bize meyve suyu ikram ettiler. Ben çat pat Arapça onlar çat pat İnglizce kaynaştık...Resimlerinde kefiye motifleri, Filistin bayrakları; pek çiçekli böcekli bacası tüten ev motifleri yoktu ne yazık ki. (Oraya gidip "zavallı" çocukların başını okşayıp -ay ama yazııık dediğimi sanmayın sakın. Bunu yapanlara da bir o kadar gıcık olurum aksine. Bazıları "bizim" kadar şanslı dünyaya gelemediği için onlara acımak bizim haddimize değil sanırım.)
Ardından Şatilla'ya doğru yol alıyoruz. Size bu yazının devamında 1982 katliamı ile ilgili orada dinlediğim, okuduğum bir çok şey söyleyebilirim. Ama bu yazı sizi oturduğunuz yerde rahatsız etsin, rahatınız biraz batsın diye yazılmadı. Hepimiz adı katliam olan bir şeyin ne kadar korkunç olduğunu biliyoruz. Ben yalnızca 1 km ötesinde sabaha kadar 500 dolarlık şampanyalar içilip, çılgınca eğlenilen bir yerden bahsedeceğim. Mekansal olarak damgalanmış bir yer Şatilla. Koca bir semtte boyasız, sıvasız dip dibe evleriyle ayrılan, gidilmesi tehlikeli bulunan bir yer. Bu işlerden hiç anlamam gerçi de, elektrik ve su tesisatı binalara dışarıdan veriliyor. Bütün sokaklarda (sokak dediysem araba geçemez) kafanızı kaldırdığınızda siyah kablolar, borular görüyorsunuz. Ayrıca elektrik ve su tesisatı yan yana olduğu için çok fazla çarpılan insan oluyormuş. Bir binaya girdik ve içerisinde mermerden yapılmış mezarlar vardı. Neden binanın içinde mezarlık değil mi? Hepimiz aynı soruyu sorduk. Katliam sırasında kampın dışarıyla tamamen ilişkisi kesildiği için insanlar vefat edenleri oraya gömmek zorunda kalmış. Abluka zamanı kampta ne yenip ne içildiğini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Fotoğraf çekerken dikkat etmemizi, üniformalı kimsenin ve direk yüz çekmememiz için uyarıları aldıktan sonra tedirgin tedirgin sadece bunları çekebildim. Ama tabi ki kamerayı görür görmez poz veren çocukları ihmal etmedik...

Bu arada eve döndükten sonra Şatilla'daydım dediğim Lübnanlı ev arkadaşlarımın tepkisinden bahsetmem bir kısım insanların kampa dair algılarını açıklamak için yeterli olacak. -Tek başına mı gittin? Nasıl gidebildin? Neden gittin? Tehlikeli değil miydi?
Deli misin? Aslında ben bu tarz tepkilere alışığım Tarlabaşı Toplum Merkezinde gönüllü çalışmaya başladığımdan beri. Pek değerli arkadaşlarımda aaa dikkat et de hastalık kapma bile duymuşluğum var. Birileri oralarda insan yenmediğini anlamalı artık.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder